Hiç düşündünüz mü, kalbimiz neden bazı insanlara daha kolay çekiliyor da bazılarına hiç yaklaşmak istemiyoruz? Ya da sadakat, kıskançlık, hatta aldatma gibi davranışların arkasında yalnızca duygularımız mı var, yoksa milyonlarca yılın bıraktığı izler mi? İşte evrimsel psikoloji, bu sorulara bambaşka bir pencereden bakıyor.
Çift Seçiminin Görünmeyen Dinamikleri
Darwin’in “cinsel seçilim” dediği şey aslında bugün hepimizin aşk hayatında kendini gösteriyor. Kadınlar, tarih boyunca kendilerine güven veren, kaynak sağlayabilen ve uzun vadede destek olabilecek partnerlere yönelme eğiliminde oldular. Erkekler ise daha çok gençlik, sağlık ve doğurganlık göstergelerine dikkat ettiler.
Buss’un 37 kültür üzerinde yaptığı araştırma, kadınların partner seçiminde güvenilirlik ve kaynak sağlama potansiyeline, erkeklerinse fiziksel çekicilik ve doğurganlık göstergelerine daha fazla önem verdiğini ortaya koyuyor. Aslında bugün de kalbimizin pusulası, milyonlarca yılın izlerini taşıyor (Buss, 1989).
Peki bugün çok mu farklıyız? Modern çağda eğitim, kültür, ortak değerler ön plana çıksa da, aslında içimizdeki o “evrimsel psikoloji”nin pusulası hâlâ işliyor. Mesela neden “güler yüzlü ve güven veren” biri kalbimizi daha kolay kazanıyor? Çünkü bilinçdışımızda bu, “güvenilir partner” sinyali olarak kodlanmış durumda.
Sadakat ve Aldatma: Yalnızca Kalbin Oyunu mu?
Aşk deyince akla gelen en büyük sınavlardan biri sadakat. Neden bazı insanlar tek eşli ilişkilerde huzurlu hissederken, bazıları aldatmaya yöneliyor? Evrimsel psikolojiye göre bu davranışların bile açıklaması var.
Kokko ile Jennions’ın (2008) çalışmalarına göre, türümüzün ebeveyn yatırımı ve cinsel seçim stratejileri hem eş seçiminde hem de sadakat ya da aldatma gibi davranışlarda şekillenen sabit kalıplara yol açabiliyor. Bir bakıma kalp, yalnızca geçmişten kalan bir kodu çalıştırıyor olabilir (Kokka, Jennions, 2008).
Erkekler açısından aldatma, genetik çeşitliliği artırma stratejisi olarak görülebilir. Kadınlar içinse bazen daha “üstün genetik özelliklere” sahip bir partnerden çocuk sahibi olma ihtimaliyle açıklanır. Peki bu, duygularımızı küçümsemek mi? Hayır. Bu, yalnızca davranışlarımızın kökenine ışık tutan bir açıklama ama unutmayın, sadakatin de güçlü bir evrimsel işlevi var.
Aşkın Biyolojik Şifresi
Aşk dediğimiz şey gerçekten kalpte mi başlıyor, yoksa beyinde mi, diye hiç düşündünüz mü? Bilim bize bunun cevabını çok net veriyor: Aşkın biyolojisi, beynin kimyasal dansına dayanır. Dopamin, oksitosin ve serotonin gibi nörotransmiterler sayesinde partnerimize bağlanıyor, güven hissediyor ve ilişkide kalma motivasyonu buluyoruz.
Sevdiğimiz kişinin fotoğrafına bakınca beynimizin ödül merkezi, dopaminle çalışan sistemi harekete geçiyor. Araştırmalar diyor ki: memeli türlerinde eş seçimiyle ilgili bu çekim sistemi, beynin dopamin yolluyla çalışan ödül mekanizmalarına bağlı ve yoğun romantik aşk, insanların kültürlerarası bir fenomeni olarak bu sistemin gelişmiş bir formu.
Bu da demek oluyor ki, aslında kalbimizin o kıpırtıları milyonlarca yıllık bir kodun günümüzdeki yansıması (Fisher, Aron, & Brown, 2006).
Romantik filmlerde gördüğümüz “kalbimin sesini dinledim” aslında biraz da beynimizin oyunlarından biri. Ama güzel yanı şu ki: Bu biyolojik süreçler, bizi partnerimize daha yakın kılarak çocuklarımızın güvenli bir ortamda büyümesine yardımcı oluyor.
Modern Dünyada Eski Kodlar
Şimdi diyeceksiniz ki, “Ama artık çağ değişti, online tanışmalar var, kültürler değişti.” Evet, doğru. Ama farkında olmasak da o eski kodlarımız hâlâ bizimle.
Kurzban & Weeden’ın çalışmaları, çevrimiçi partner seçimlerinde bile insanların bilinçdışı olarak fiziksel sağlık, güvenilirlik ve sosyal statüye yönelik seçimler yaptığını ortaya koyuyor. Çağ değişse de eski kodlarımız bizimle (Kurzban & Weeden, 2005).
Mesela bir uygulamada profillere bakarken, neden bazı kişilerin fotoğrafına bir saniye daha fazla takılıyoruz? Çünkü içimizdeki o çift seçimi mekanizması, hâlâ kimin “sağlıklı, güvenilir ve uygun partner” olduğuna dair sinyaller gönderiyor.
Sonuç: Kalbin Gizli Evrim Haritası
Aşkı yalnızca romantik bir duygu olarak görmek kolay. Ama evrimsel psikoloji bize gösteriyor ki, aşk aslında insan türünün devamlılığı için geliştirdiğimiz en güçlü stratejilerden biri.
Belki farkında değiliz ama kalbimiz hâlâ milyonlarca yıllık bir haritayı takip ediyor. Peki şimdi size soruyorum: Aşkı yaşarken gerçekten sadece “ben seçtim” diyebilir miyiz, yoksa aşkın biyolojisi ve evrimsel mirasımız çoktan seçimimizi bizim yerimize yaptı mı?
References
Buss, D. M. (1989). Sex differences in human mate preferences: Evolutionary hypotheses tested in 37 cultures. Behavioral and Brain Sciences, 12(1), 1–14.
https://doi.org/10.1017/S0140525X00023992
Fisher, H. E., Aron, A., & Brown, L. L. (2006). Romantic love: A mammalian brain system for mate choice. Philosophical Transactions of the Royal Society B: Biological Sciences, 361(1476), 2173–2186.
https://doi.org/10.1098/rstb.2006.1938
Kokko, H., & Jennions, M. D. (2008). Parental investment, sexual selection and sex ratios. Journal of Evolutionary Biology, 21(4), 919–948.
https://doi.org/10.1111/j.1420-9101.2008.01540.x
Kurzban, R., & Weeden, J. (2005). HurryDate: Mate preferences in action. Evolution and Human Behavior, 26(3), 227–244.
https://doi.org/10.1016/j.evolhumbehav.2004.08.012