Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Aşk mı, Bağımlılık mı? Beynin İkilemi

Aşk dediğimiz duygunun insan ruhunda yarattığı etki kadar, beyindeki kimyasal süreçlerdeki karşılığı da hayli çarpıcıdır. Birine duyulan çekim, bağlılık ve tutku; yalnızca romantik bir deneyim değil, aynı zamanda nörobiyolojik bir olaydır. Beyin bu süreçte öyle karmaşık tepkiler verir ki, aşkın bir tür bağımlılık olup olmadığı sorgulanır hale gelir. Bu yazıda, aşk ve bağımlılık arasındaki benzerlikler, beyindeki nörokimyasal süreçler ışığında ele alınacaktır.

Romantik aşkın beyindeki izlerini inceleyen nöropsikolojik çalışmalar, aşk ve bağımlılık arasında şaşırtıcı benzerlikler olduğunu ortaya koymuştur. Bu benzerliklerin temelinde beynin ödül sistemi yer alır. Özellikle dopaminin yoğun salındığı ventral tegmental alan (VTA), nucleus accumbens ve prefrontal korteks gibi bölgeler hem aşk hem de bağımlılık durumlarında aktive olur (Fisher, Aron & Brown, 2005). Dopamin, bireyin haz almasını sağlayan nörotransmiterdir ve bir kişiye aşık olunduğunda bu kimyasalın salınımı artarak adeta “yüksek” hissi yaratır (Liebowitz, 1983).

Fonksiyonel görüntüleme çalışmaları, bu benzerliği daha net göstermektedir. Örneğin, bir kokain bağımlısının maddeyi gördüğünde aktive olan beyin bölgeleriyle, bir âşığın partnerinin fotoğrafını gördüğünde aktive olan bölgeler neredeyse aynıdır (Ortigue vd., 2010; Bartels & Zeki, 2000). Bu durum, aşkın nörobiyolojik düzeyde bir çeşit “doğal bağımlılık” olabileceği fikrini destekler niteliktedir.

Yalnızca ödül merkezleri değil, insula ve anterior singulat korteks gibi duygusal karar alma ve sosyal ödülleri değerlendirme süreçlerinden sorumlu yapılar da her iki durumda aktive olur. Aynı şekilde amigdala ve hipokampus gibi yapılar da partnerle ilgili olumlu anıları işlerken, bu süreci güçlendiren duygusal tepkiler geliştirir (Zeki, 2007). Beynin bu çoklu bölgelerinde gerçekleşen senkronize aktivite, aşkın biyolojik olarak da bağlayıcı bir etki yarattığını gösterir.

Bu bağlamda bazı araştırmacılar aşkı, sosyal bağlanmanın güçlü bir biçimi ve biyolojik temelli bir bağımlılık olarak tanımlamaktadır (Burkett & Young, 2012). Ancak bu noktada önemli bir ayrım yapılması gerekir. Aşkın sağlıklı biçimi karşılıklı güven, destek ve duygusal doyum içerirken; bağımlılıkta birey, nesnesine zarar verici derecede ihtiyaç duyar. Yine de iki durumda da bireyin özgür iradesi üzerinde benzer etkiler yaratan nörokimyasal süreçler işler (Insel, 2003).

Ayrılık sonrası yaşanan yoksunluk belirtileri de bu benzerliği pekiştirir. Aşk acısı çeken bireylerde dopamin düzeyinde düşüş, stres hormonu olan kortizolde artış ve serotonin düzeyinde bozulma gözlemlenir (Marazziti vd., 1999; Smith & Johnson, 2022). Bu durum, bireyde saplantılı düşünceler, takıntılı duygular ve fiziksel acıya benzer deneyimler oluşturur. Bağımlılık sürecinde yaşanan yoksunluk semptomlarına benzer şekilde, aşkın yitimi de bireyde biyolojik ve psikolojik çöküş yaratabilir (Esch & Stefano, 2005).

Günümüzde sosyal medya ve dijital platformların etkisiyle bu süreçler daha da karmaşık hale gelmektedir. “Görüntü bağımlılığı” olarak tanımlanan fenomen, kişinin partnerinin sosyal medya varlığına sürekli maruz kalmasıyla aşkın obsesif boyutlara ulaşmasına neden olabilir. Beyin bu görselleri tekrar tekrar işleyerek bağlanma hissini pekiştirir ve bağımlılık mekanizmasını daha da derinleştirir.

Aynı zamanda kültürel ve toplumsal normlar da aşkın algılanma biçimini şekillendirir. Bazı toplumlarda aşk, fedakarlıkla özdeşleşirken; bazı bireyler için kontrol ve sahiplenme davranışlarıyla karışır. Bu bağlamda aşkın patolojik boyutları, psikoloji literatüründe “aşk bağımlılığı” (love addiction) ya da “takıntılı aşk bozukluğu” (obsessive love disorder) olarak sınıflandırılır ve klinik müdahale gerektirebilir.

Tüm bu bulgular, aşkın yalnızca romantik bir duygu olmadığını, beyinde karşılığı olan ve hatta bağımlılık sistemleriyle büyük benzerlikler taşıyan bir süreç olduğunu gösterir. Panksepp’e (1998) göre, aşk, hayvanlarda gözlenen bağlanma davranışlarıyla da paralellik gösterir ve evrimsel olarak sosyal bağlılığı sağlamak üzere gelişmiştir. Bu da aşkın yalnızca bir his değil, hayatta kalma şansı için evrimsel olarak gelişmiş bir mekanizma olduğunu düşündürmektedir (Smith & Johnson, 2022).

 

Aşk, yalnızca şiirlerde, şarkılarda veya filmlerde idealize edilen bir duygu değil; aynı zamanda beyinde karmaşık biçimde işlenen bir deneyimdir. Aşkla bağımlılık arasındaki çizgi bazen bulanıklaşsa da her ikisi de beynin aynı ödül sistemlerinden beslenir. Bu bilgi, aşkı daha iyi anlamamıza ve ilişkilerimizdeki davranışlarımızı daha bilinçli gözlemlememize olanak tanır. Aşkın büyüsü yalnızca kalpte değil, beynin en derinlerinde de yankı bulur. Ve bu yankı hem bizi dönüştüren hem de geliştiren bir deneyim sunar.

 

Tuğba Kalaycı
Tuğba Kalaycı
Tuğba Kalaycı, 2004 yılında Kayseri’de doğmuştur. Psikoloji lisans eğitimine Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’nde devam etmektedir. Mesleki gelişimine üniversite yıllarından itibaren önem veren Kalaycı, MMPI test eğitimi ile birlikte yetişkin psikoterapisinde kullanılan testler üzerine 12 farklı test eğitimi alarak psikolojik değerlendirme süreçlerinde güçlü bir altyapı edinmiştir. Akademik gelişimini sürdürürken psikoloji yazarlığı alanında da aktif olan Kalaycı, Psychology Times Türkiye köşe yazarı olarak görev yapmaktadır. Psikoloji içerik üretimi alanında, psikolojiyi toplumun daha geniş kesimlerine anlaşılır şekilde aktarma misyonuyla hareket eden Kalaycı, ruh sağlığına yönelik bilgilendirici içerikler üretmeye özen göstermektedir. Yazılarında özellikle çocuk psikolojisi temalarına mesafeli durmakla birlikte, gelişimine katkı sağlayacağına inandığı her alanda kalemini kullanmaktan çekinmemektedir. Klinik psikolojiye ilgi duyan yazar, aynı zamanda yetişkin terapisi alanında uzmanlaşmayı hedefleyen psikoloji öğrencileri arasında yer almakta; ilerleyen yıllarda akademik ve mesleki çalışmalarını bu alanlarda derinleştirmeyi hedeflemektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar