Merhaba! Bugün ilk kez bu köşede karşılaşmanın heyecanını paylaşarak başlamak istiyorum yazıma. Ben Psikolog Cemre Güher Görgü. Bugün bu satırlarda size ruhsal durum formüllerinden, karmaşık psikoloji terimlerinden veya teorilerden bahsetmeyeceğim. Aksine hepimizin kalbine dokunan, asırlardır süregelen o arayıştan bahsedeceğim: Mutluluk.
Düşünsenize, en eski çağlardan beri insanoğlunun hep peşinden koştuğu bir şey: mutluluk. Antik Yunan düşünürleri, bilge insanlar, herkes bu konuyu konuşmuş, tarif etmeye çalışmış, her dönemde farklı yorumlara, farklı tanımlara konu olmuş mutluluk. Ancak modern çağın hızına kapılıp giden bizler için bu arayışın yerini kısa vadeli anlık tatminler almaya başlamıştır.
Mutluluk ve Antik Düşünürler
Peki, ne oldu da bu işin tadı kaçtı? Hangi ara mutluluğu yanlış yerde aramaya başladık? Antik uygarlıklara baktığımızda, mutluluğun genellikle erdemle ve bilgelikle iç içe geçtiğini görürüz. Örneğin Aristoteles’in eudaimonia kavramına bakalım. Aristo’nun eudaimonia dediği şey, sadece o an mutlu olmak ya da keyif almak değil, insanın hayatı boyunca anlamlı, dengeli ve erdemli bir yaşam sürerek gerçek potansiyeline ulaşmasıdır.
Yani ona göre asıl mutluluk, kişinin en iyi haline ulaşmasıyla, tam ve dolu dolu bir yaşam yaşamasıyla ortaya çıkmaktadır. Stoacılar mutluluğun dış koşullardan bağımsız olan bir iç huzurla sağlanabileceğini, Epikürcüler ise mutluluğun aşırıya kaçmayan ölçülü hazlarda ve acıdan uzak durmakta bulunacağını ileri sürmüşlerdir.
Tüm bu tanımlar, düşünce sistemleri, toplumsal ritüeller, inanç sistemleri ve toplu yaşam pratikleri bireylere aidiyet ve amaç duygusu katarak “mutluluk” boşluğunu doldurmaya hizmet ediyordu. Bu dönemlerde haz ve tatmin çoğu zaman mutluluğa hizmet eden ikinci unsurlar olarak görülmekteydi. Bir sanatçının veya zanaatkarın eserini tamamlarken duyduğu tatmin, bir düşünürün gerçeğe ulaşma yolundaki hazzı… Tüm bunlar anlık bir duygunun ötesinde bir emeğin sonucu olarak anlamlı ve kalıcı bir iz taşırdı.
Modern Yaşam ve Hız Treni
Modern çağda mutluluğa ulaşmak ise bir hız treninde yolculuk yapmaya benzetilebilir. Evet, modern yaşam adeta hepimizi bir hız trenine bindirdi. Gözümüzü açıyoruz ve işler, yetiştirilecekler, bitmeyen hedefler… Mutluluk, sanki uzaktaki tepenin ardında bizi bekliyor gibi.
“Şu arabayı alırsam mutlu olacağım”, “Şu eve taşınırsam her şey yoluna girecek”. Sürekli yeni ihtiyaçlar yaratılıyor, eksiklik hislerimiz körükleniyor ancak o tepeye bir türlü yaklaşamıyoruz, mutluluk algımız değişime uğruyor.
Bu hızlı ve doyumsuz sistemin arkasında ne yatıyor biliyor musunuz? Beynimizin karmaşık ödül sistemi…
Bir ödül beklentisi oluştuğunda veya bir ödül elde edildiğinde, beynimiz dopamin salgılıyor. Alınan yeni bir kıyafet, son model bir telefon ya da sosyal medyada aldığımız her bir beğeni, beynin ödül merkezlerini hızla uyararak bize geçici bir keyif ve motivasyon veriyor.
Bunun yanı sıra yaygınlaşan fast food kültürü, yüksek şekerli besinler ve kolay ulaşılabilir gıdalar da aynı mekanizmayı tetikliyor.
Dopamin ve Mutluluk Döngüsü
Beyin sürekli aynı seviyede mi dopamin salgılar? Hayır, beynimiz sürekli aynı seviyede dopamin salgılamıyor. Aksine, bu uyaranlara karşı tolerans geliştiriyor. Bu demek oluyor ki zamanla aynı haz seviyesine ulaşmak için daha güçlü ve daha yoğun uyaranlara ihtiyaç duymaya başlıyoruz.
Başlangıçta bizi mutlu eden şey, bir süre sonra sıradanlaşıyor ve daha fazlasının peşine düşmemize sebep oluyor. İşte bu döngü, tüketim bağımlılığımız ve sürekli yeni şeyler arama eğilimimizin altında yatan mekanizmanın ta kendisi.
Ancak, uzun vadeli ve sağlam temelli mutluluk, bu hızlı ödül döngüsünün ötesinde bir yerdedir.
Mutluluk Nereye Saklandı?
Belki de mutluluk hiçbir yere gitmedi, sadece biz bakışımızı başka yöne çevirdik. Hız trenimizde ilerlerken çoğu zaman manzaraya bakmayı bile unuttuk. Oysa mutluluk, yolculuğun ta kendisinde, manzarayı oluşturan küçük ayrıntılarda saklıydı.
Hayatı bir koleksiyoncu gibi düşünelim. Koleksiyonumuz, kendimize kattığımız değerler, erdemler, fark ettiğimiz küçük anlar ve kurduğumuz anlamlı bağlar gibi parçalardan oluşuyor. Tıpkı bir koleksiyoncunun parçaları özenle bir araya getirdiği gibi biz de bu küçük parçaları fark ederek biriktirdiğimizde, yalnızca kısa süreli haz ve yüzeysel tatminlerle sınırlı kalmayan, daha sağlam ve uzun vadeli bir mutluluğun temellerini atıyoruz.
Elbette hayat bize her zaman kusursuz mutluluk sunmayacak; zor zamanlar, üzüntüler ve hayal kırıklıkları olacaktır. İşte tam bu noktalarda biriktirdiğimiz parçalar, görünmez ama sağlam dayanaklarımız haline geliyor. Belki bizi doğrudan fırtınalardan korumayacaklar, ama her fırtınaya karşı daha sağlam durmamıza ve yaşamın tüm hallerinde mutluluğu bulma isteğimizi canlı tutmamıza yardımcı olacaklardır.
Çünkü biriktirdiğimiz her anlamlı bağ, her değer ve her küçük an, sadece anlık bir tatmin değil, aynı zamanda varoluşumuza kattığımız birer özdür. Nihayetinde anlıyoruz ki asıl mutluluk, modern yaşamın hız treninde değil; kendi varoluşumuzu tüm zorluklara rağmen erdem ve anlamla inşa etme, hayatı dolu dolu yaşama cesaretindedir.
Dilerim bu yazı, okuyan ve kendinden bir parça bulan herkesin koleksiyonunda fark etmediği ya da unuttuğu değerleri görmesine vesile olur.
çok güzel bir yazı elinize sağlık güzel bir noktaya değinmişsiniz, manzaramıza doya doya bakmayı unutmamalı