Anne olmak, tarihsel süreçte kadın olmanın nihai amaçlarından biri olarak görülmüştür. Geçmişten bugüne toplumlar, kadın olmayı doğurgan olmakla bütünleştirmiş ve bu biyolojik özelliği gerçekleştirilmesi gereken bir görev olarak kabul etmiştir. Bugüne geldiğimizde sosyal psikoloji ve feminist kuram, annelik kavramını tekrar düşündürmüş ve annelik, kadınların ortak bir içgüdüsü mü yoksa toplumun kadınlardan beklediği bir rol mü sorularına tekrar cevap aramıştır.
Tajfel ve Turner: Sosyal Kimlik Teorisi
Sosyal psikologlar Henri Tajfel ve John Turner’in Sosyal Kimlik Teorisine göre kişiler, bulundukları grubun değerini yüceltmeye meyillidirler. Diğer gruplara kıyasla toplumda etkisiz kalmış dezavantajlı gruplar, kendilik değerlerini korumak amacıyla sahip oldukları rolleri yüceltme eğilimindedirler. Kadınlar da tarihsel süreçte siyasetten üretime kadar çoğu alanda geri planda bırakılmış; pasivize edilmiş dezavantajlı bir sosyal grup olarak varlığını sürdürmüşlerdir.
Annelik ise kadınların sosyal alanda en çok görünür olduğu ve onaylandığı rollerden biridir. Bu bakımdan annelik biyolojik bir süreç olmakla birlikte psikolojik bir kimlik oluşumudur. Kadınlar ve diğerleri anneliği kutsallaştırırken, aynı zamanda eşit olmayan sosyal yapıyı tekrardan yaratmış olurlar. Rosalind Coward’ın “Kadınların nasıl olmaları ve neleri başarmaları gerektiğine dair en net ölçüt anneliktir” ifadesi ve Diana Gittins’in “Annelik, kadının ‘doğal yazgısı’ olarak görülmesi ve toplumun evlilik dışı doğuran kadınları doğal bulmaması, anneliğin sosyal bir kavram olduğunu gösterir” şeklindeki ifadesi, kadınlık ve anneliğin toplumsal normlardan ve yapılardan ayrı düşünülemeyeceğini, iyi ve doğru annenin şartının mevcut normlara uygun olmaktan geçtiğini gösterir.
Erkeklerin bulunduğu ayrıcalıklı ve güçlü konumlarının normal olarak algılanabilmesi ya da bu konumlarının görülmesinin zorlaştırılması, cinsiyetler arasındaki farklılıkların muhafaza edilmesine ve kadının annelik üzerinden erkeğin ve erkek egemen sistemin sürekliliğini sağlayan bir aracı olarak varlığını sürdürmesi ile mümkündür. Dolayısıyla annelik, yalnızca bir “annelik duygusu” olarak değil; patriarkal sistemin sürekliliğini sağlayan bir toplumsal cinsiyet düzenleyicisi olarak açıklanabilir. Kadına anne olma rolü yüklenirken, ataerkil sistemin ayrıcalıkları görünmez kılınır. Patriarkal sistemde kadının esas görevlerinden biri var olan sistemi sürdürmektir. Bu sistemi sürdürmek yalnızca doğurmakla değil; ataerkil değerleri kuşaktan kuşağa aktarmak ile ilgilidir.
Heteronormatif toplumlar, evlat sahibi olmak istemeyenlere ek olarak eşcinseller gibi sayıca az olan grupları da normal olmayanlar olarak sınıflandırmaktadır. Eşcinsel bireylerin çocuk yapamaması ve onların az sayıda ülke dışında evlat edinme hakkına sahip olamaması da doğurgan olmayanların heteronormatif toplumlar tarafından anormal kabul edilmesiyle alakalı olduğunu gösterir.
Judith Butler’ın Kuramı: Performans Olarak Annelik
Judith Butler, 1999 yılında yayımladığı Gender Trouble adlı eserinde cinsiyetin doğuştan sahip olunan katı bir kimlik değil, tekrar eden davranış örüntüleriyle pekişen ve üretilen bir performans olduğunu ileri sürer. Erkeklik ve kadınlık rolleri tekrar ettikçe gerçeklik kazanır. Annelik de bu performatif kimliğin bir parçasıdır. Kadınlara devamlı olarak “iyi bir anne” olmanın yolları anlatılır, çevre tarafından gösterilir, mükafatlandırılır ya da cezalandırılır. Sosyal medyada platformlarında yer alan söylemler, yapılan reklamlar ve diziler annelik performansını devamlı olarak tekrar üretir. “Fedakar anne”, “evladı uğruna her şeyden vazgeçen kadın” figürleri, kadının kimliğini değil, toplumun kadından beklediklerini yansıtır.
İçgüdü Miti
İçgüdü kavramı türe özgü olan ve doğuştan getirilen; öğrenilmemiş, karmaşık, ertelenemez ve bastırılamaz davranış örüntülerini ifade eder. Arıların bal, karıncaların ve kuşların yuva yapması, sazan balığının doğmuş olduğu nehre geri dönmesi içgüdü davranışlarıdır. Memeli hayvanlar ise beyin büyüklükleri sayesinde diğer hayvanlara kıyasla daha az içgüdüsel davranış sergilerler. İnsan beyni ise oldukça büyüktür ve bu sayede hiçbir içgüdü sabit bir davranış örüntüsü meydana getiremez. Böylece gelişmiş beyin yapısına sahip olan memelilerde ve özellikle insanlarda içgüdülerin yerini öğrenilmiş davranışlar almaya başlar. İnsanların doğuştan gelen belirli yatkınlıkları vardır. Kadınlar anne olmaya yönelik bir yatkınlıkla doğar ve tıpkı toplum halinde yaşama, cinsellik, saldırganlık ve benzeri insan doğasında var olan yatkınlıklar gibi bunun nasıl yapılacağını çevreden öğrenir.
Annelik yalnızca bir içgüdü olsaydı, her kadın bunu benzer şekilde deneyimlerdi ve içgüdü kavramının gereği olarak doğurabilen her kadın mutlaka doğururdu. Postpartum (doğum sonrası depresyon), anne ve bebek arasında yaşanan bağlanma güçlüğü, çocuk sahibi olmayan kadınların maruz kaldığı çevresel baskılar gibi çoğu deneyim, dillendirilen “içgüdüsel annelik” kavramını düşündürmektedir.
Beyin ve hormon sistemi; anne olmakla ilişkilendirilen bazı hormonların, biyolojik olarak anne olmayan kadınların sergilediği bakım verme, çocuklarla yakın ilişki içerisinde olma, evcil hayvanlarla bağ kurma gibi empati, sevme ve bağlanma ile ilişkili davranışlarda da ortaya çıktığını gösteriyor. Bu durum anneliğin, hem biyolojik hem bağlamsal bir durum olduğunu, yani öğrenme ve aidiyet kavramlarının etkili olduğunu gösteriyor.
Sonuç
Kuramlardan ve teorik bilgilerden yola çıkarak anneliğin salt bir biyolojik durumdan ibaret olmadığı, çevresel beklentiler ve öğretiler etrafında şekillenen toplumsal bir performans olduğu söylenebilir. Annelik içgüdüsü kavramının bir mit olduğu, insanların diğer canlılara kıyasla daha büyük bir beyne sahip olmasından ve bunun sonucunda da içgüdülerin yerini öğrenilmiş davranışların almasından, kadınların anneliği farklı şekillerde deneyimlemesinden yola çıkarak anlaşılabilir. İnsanların sahip olduğu mevcut eğilimlerin sergilenmesi ya da sergilenmemesi çevresel faktörlerle ve öğrenmeyle ilişkilidir.
KAYNAKÇA
Aydoğan, D., Üzbe, N., Kandemir, M., Taylı, A., Özpolat, A., İşgör, İ., Gençtanırım, D., Uçar, E., İlhan, T., Aliyev, R., Tagay, Ö., Çuhadaroğlu, A., Palancı, M. (2021). Eğitim psikolojisi. Pegem Yayınları
Tanrıverdi, V. (2022). Cinsiyetler ve Cinsellikler. Sosyal Psikolojide Çeşitlilik, 139-170.
Butler, J. (1999). Gender Trouble: Feminism and the Subversion of Identity. Routledge.
Türkdoğan, Ö. (2015). Ana Akım Medyada Annelik Miti. Kadın Araştırmaları Dergisi (13).