Korku, hepimizin hayatının bir döneminde deneyimlediği veya deneyimlemekte olduğu insani bir duygudur. Korku duygusuna bazen ikincil duygular eşlik edebilir ve bazen başka bir duygunun sebebi veya sonucu olarak da hissedebiliriz. Her toplumun duygulara yaklaşma şekli ve duyguları işleyiş şekli farklılık göstermektedir. Bazı toplumlarda “korku”ya atfedilen ve korku ile eşleştirilen belli kavramlar vardır. Mesela, korku ve cesaretin çok fazla eşleştirildiğini duyarız; “Korkmuyorsun, çok cesaretlisin”. Korku ve gücün de birbiriyle bağdaştırıldığını duyarız; “Korkmuyorsun, ne kadar da güçlüsün”. Bu cümleler arka planda bize “Korkmak cesaretsizlik ve güçsüzlüktür” gibi bir mesaj verebilmektedir.
Çocukluk dönemimizde “korkuyu göstermek doğru değildir” mesajını, korkuyu ifade ettiğimizde cezalandırılma veya küçümsenme ile karşılaştıysak bilinçdışı bir yerden almış olmamız çok muhtemel. Nihayetinde, korkuyu bastırmayı öğrenmiş oluruz. Bazen korkuyu hissettiğimizde ama kabul edemediğimizde “korkmuyorum” deriz ve bu bir savunma mekanizması olabilir. Bu savunma mekanizması; kimi zaman korkuyu zayıflık olarak isimlendirdiğimiz için, korkudan kendimizi koruyabilmek ve korkmadığımıza kendimizi ikna etmek için veya korkuyu hissetmesi zor olduğu için devreye girer. Devreye girdiği zaman korku ile savaşımız başlar ve bu durum bazen duygularımızdan uzaklaşmamıza ve kendimize yabancılaşmamıza sebep olabilir.
“Korkmuyorum” Diyorum Ama Aslında Ne Hissediyorum?
Korku, bazen bir duygunun arayüzü gibi olabilir. Bunu anlayabilmek için şu soruları adım adım kendimize sorabiliriz; “Korkmuyorum dediğim anda ne olmuştu?”, “O esnada bedenimde herhangi bir şey hissettim mi?”, “Derinlerde aslında ne hissediyordum, hissimi neye benzetebilirim?”, “Özümde neyin olmasından korkmuş olabilirim?”. Bu sorular, korkuya adım adım yaklaşmamızı sağlarken korku için alan açabilmemizi destekleyecektir. Hissimizi anlayabilmek adına bedene dönmek ve soru sormak kıymetlidir çünkü, bedenimiz duyguyu genellikle ilk önce fark eder.
Yukarıda sırasıyla yazmış olduğum soruların sonuncusu bizi kendi içimizdeki ana temaya veya ana düşünceye götürebilir. Bu sorunun yanıtına pek çok yanıt verilebilir; yalnız kalma korkusu, değer görememe korkusu, kontrolü kaybetme korkusu, vb. Örnek olarak; kontrolü kaybetmek korkusunu ele alalım. Bu korkuya baktığımızda kontrol ve güvenlik kavramlarının eşleştiğini fark ederiz ve kontrolü elimizde hissettiğimizde dünya daha öngörülebilir bir yer gibi hissettirir. Kontrolü kaybetme korkusu altında şu korkular gelir; güvende olamama ve belirsizlik korkusu. Bu korku, sınırı aşmadığı takdirde sorumluluk alabilen yapımızı işaret edebilir fakat belli bir düzeyi aşıyor ise bize şu yanılgıyı verebilir; “Her şeyi bir şekilde kontrol edebilirim ve etmeliyim. Eğer kontrol edemezsem her şey paramparça olur”. Akabinde şunu düşünürken bulabiliriz kendimizi; “Kontrolü kaybedersem zayıf görünürüm, sevilmeyebilirim”. Zihnimiz gölge yaratmayı sever ve olumsuz senaryoları daha çok kabul edilebilir bir yerde hissettirebilir. Burada şunu unutmamak gerekir; biyolojik olarak zihnimiz bizi tehlikelere karşı korumaya çalışıyor ve bu yüzden bu yanılgıları bize sunuyor.
Korkunun Gücü
Korku duygusu, hayatta kalma içgüdümüzün çok kıymetli bir parçası; kendimizi güvende tutabilmek için tetikte olma halini verir ve tehlikeye karşı uyarır. Bir insanın hiç korkmaması pek sağlıklı olarak yorumlanamaz. Korkuyu farkındalığa dönüştürmek, korkunun gücü ile farkındalığımızı arttırmamızı destekler. Korkuyu farkındalığımıza taşırken kendimize şu soruları yöneltebiliriz; “Korku ne zamanlarda geliyor?”, “Korku neden geliyor?”. Aynı zamanda, korkunun hangi duygularımızla benzerlik ve farklılık gösterdiğini ve içimizde neye dönüştüğünü takip edebilmek, korkuyu dönüştürebilmemizi destekler. Bunu bir örnek üzerinden düşünelim; yeni bir işe başlarken veya bir performans sergileyeceğimiz zaman heyecan veya tedirginlik hissedebiliriz. Bu duygular, korkunun motivasyona dönüşmüş halidir. Korku duygusunun dönüşebildiğini takip edebilmek, korkunun gücünden yararlanabilmemizi destekler.
Günlük akışımızda bazen iç konuşmalarımız olduğunu fark ederiz. İç konuşmalarımız iç seslerimiz ile şekillenir ve iç seslerimizin yapısı bize kendimize yaklaşım şeklimize dair ipuçları verebilir. Korkuya dair inançlarımızı ve düşüncelerimizi de iç seslerimizde yakalayabilmek mümkün. İç seslerimiz, toplumsal görüşlerden ve bağ kurduğumuz kişilerden parçalar taşıyabilir. Bu noktada korkuya dair inançlarımızın kaynağını sorgularken “Bu görüş bana mı ait, yoksa bana ait hissetmediğim noktaları var mı?” sorusunu kendimize yöneltebiliriz. Bunu kendimize sorabilmek, korkuyu anlayabilmemizi destekleyecektir.
Sonuç
Toparlayacak olursak, her duygumuzu kapsayabilmek, anlamlandırabilmek ve ayrıştırabilmek ne kadar kıymetliyse “korku” duygusunda da aynı şekilde geçerlidir. Korkuya yakınlaşmak, gölge yanımızı kapsayabilmeyi, onunla bağ kurabilmeyi ve kendimizle bütünlük sağlayabilmeyi destekler. Korkumuza sarılabilmeyi öğrenirsek kendimizi olduğumuz halimizle kapsayabilmek kolaylaşır. Unutmayalım; “Korkuyorum” diyebilmek zayıflık değil, farkındalıktır. Cesaret korkmamak değil, korkuya rağmen harekete geçme niyeti veya harekete geçmektir. Korkabilmek asıl cesarettir!