Salı, Ağustos 5, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Yeme Bozuklukları: Sessiz Ölüm Tehditi

Yeme bozuklukları, dışarıdan bakıldığında yalnızca yeme davranışlarındaki bir “takıntı” gibi algılanabilir. Ancak aslında, ruhun en derin yerlerinden gelen bir çığlık gibidir. Genellikle sessizce ilerler, kolay fark edilmez ve çoğu zaman gecikmiş müdahalelere neden olur. Oysa bilimsel veriler, yeme bozukluklarının tüm psikiyatrik rahatsızlıklar arasında en yüksek ölüm oranına sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır (Arcelus, Mitchell, Wales, & Nielsen, 2011). Bu rahatsızlıklar yalnızca yaşam kalitesini değil, yaşamın kendisini tehdit eder.

Yeme bozukluklarının en bilinen türlerinden biri olan anoreksiya nervoza, ölüm oranları açısından başı çeker. Bu bozuklukta kişi, ciddi biçimde zayıf olmasına rağmen kendisini hâlâ kilolu algılar ve yeme davranışını ciddi biçimde kısıtlar. Süreç içinde vücut sistemi çökmeye başlar: kalp ritmi yavaşlar, kemikler zayıflar, hormon dengesi bozulur. Beden yalnızca incelmez, yaşam enerjisi de sönmeye başlar. Ne yazık ki bu tablo, bazen ölümle sonuçlanabilir. Anoreksiya nervoza hastalarının ölüm oranı, genel nüfusa kıyasla 5 ila 10 kat daha fazladır (Arcelus et al., 2011).

Ancak yeme bozuklukları yalnızca fiziksel belirtilerle sınırlı değildir. Bu bozukluklar, genellikle derin bir duygusal acının ve ruhsal çatışmaların dışa vurumudur. Kimi bireyler için yeme davranışı, içsel bir kaosu kontrol etmenin yolu haline gelir. Özellikle çocukluk döneminde yaşanan istismar, ihmal ya da duygusal yoksunluk gibi travmatik deneyimlerin, ilerleyen yaşlarda yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında önemli rol oynadığı gösterilmiştir (Volkan & Örge, 2023). Bu nedenle yeme bozukluklarını yalnızca beden algısı ya da kilo takıntısı üzerinden değerlendirmek, sürecin psikolojik derinliğini gözden kaçırmak olur.

Bir diğer yaygın yeme bozukluğu olan bulimiya nervoza, kişinin kısa sürede büyük miktarda yemek yedikten sonra, genellikle kusarak ya da laksatif kullanarak yediklerini telafi etmeye çalıştığı bir döngüdür. Bu davranış döngüsü, sadece bedeni değil, bireyin duygusal bütünlüğünü de ciddi şekilde zedeler. Kalp ritim bozuklukları, elektrolit dengesizlikleri ve depresyon bulimiya ile birlikte sık görülür; hatta intihar riski de göz ardı edilemeyecek düzeydedir (Fichter & Quadflieg, 2016).

Toplumda sıklıkla göz ardı edilen bir diğer tablo ise tıkınırcasına yeme bozukluğudur. Bu durumda birey, kontrolsüz biçimde yemek yer; ancak ardından yoğun suçluluk ve pişmanlık duygularıyla baş başa kalır. Bu bozukluk çoğunlukla obezite, diyabet ve hipertansiyon gibi sağlık problemleriyle birlikte görülse de, temel sorun yine yemek değil, duygusal boşluktur. Bu bireyler genellikle yalnızlık, yetersizlik ya da değersizlik duygularıyla baş etmeye çalışırken yeme davranışına yönelirler (Hudson, Hiripi, Pope Jr., & Kessler, 2007).

Yeme bozukluğu olan kişiler dışarıdan “başarılı”, “kontrollü” veya “mükemmel” görünebilir. Ancak bu görüntünün altında ciddi bir içsel çatışma ve duygusal kırılganlık olabilir. Dolayısıyla bu rahatsızlıkları yalnızca kilo, beden ya da dış görünüşle ilişkilendirmek; kişiyi daha da yalnızlaştırmak anlamına gelir. Aslında mesele, görünüşten çok daha derin: Bu, bir kimlik savaşı, bir değer arayışı ve bir kendilik mücadelesidir.

Ve en önemlisi: Tedavi mümkündür. Yeme bozuklukları erken fark edildiğinde; psikoterapi, aile desteği ve gerektiğinde tıbbi müdahaleyle birey sağlığına kavuşabilir. Kişi, yalnızca yemekle değil, kendisiyle olan ilişkisinde şefkati ve dengeyi yeniden kurabilir.

Toplum olarak yapmamız gereken en temel şey, bu konuyu konuşmaktan çekinmemektir. Beden algımız, yemekle ilişkimiz ve duygularımız hakkında daha açık, daha anlayışlı ve daha şefkatli olmaya ihtiyacımız var. Özellikle gençleri sosyal medyanın “mükemmel beden” dayatmalarından korumak, onları oldukları haliyle kabul etmek ve desteklemek, bu sessiz tehlikenin önüne geçmek için atılacak en kıymetli adımlardan biridir. Çünkü her birey, olduğu haliyle değerlidir ve yaşamı sonuna kadar hak eder.

Kaynakça

Arcelus, J., Mitchell, A. J., Wales, J., & Nielsen, S. (2011). Mortality rates in patients with anorexia nervosa and other eating disorders: A meta-analysis of 36 studies. Archives of General Psychiatry, 68(7), 724–731. https://doi.org/10.1001/archgenpsychiatry.2011.74
Fichter, M. M., & Quadflieg, N. (2016). Mortality in eating disorders–results of a large prospective clinical longitudinal study. International Journal of Eating Disorders, 49(4), 391–401. https://doi.org/10.1002/eat.22501
Hudson, J. I., Hiripi, E., Pope Jr, H. G., & Kessler, R. C. (2007). The prevalence and correlates of eating disorders in the National Comorbidity Survey Replication. Biological Psychiatry, 61(3), 348–358. https://doi.org/10.1016/j.biopsych.2006.03.040
Volkan, E., & Örge, E. (2023). Çocukluk çağı travmalarının yeme bozukluklarına etkisi: Sistematik derleme. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 15(1), 112–124. https://dergipark.org.tr/en/pub/pgy/issue/72960/1216836

Mısra İlksen Önder
Mısra İlksen Önder
Mısra İlksen Önder klinik psikolog olarak psikoterapi, psikolojik danışmanlık ve akademik çalışmalar alanında geniş bir deneyime sahiptir. Lisans eğitimini psikoloji alanında yüksek lisans eğitimini ise klinik psikoloji alanında tamamlayan Önder, bilişsel davranışçı terapi ve psikodinamik terapi başta olmak üzere çeşitli terapi ekollerinde eğitim almış ve uzmanlaşmıştır. Çalışma hayatı boyunca hem çocuklarla hem de yetişkinlerle çeşitli terapi süreçlerinde yer alan Önder, psikolojik danışmanlık merkezlerinde, eğitim kurumlarında ve ayrıca dijital dergilerde de yazarlık deneyimleri edinmiştir. Akademik ve profesyonel gelişimine önem vererek, birçok sempozyuma, zirveye ve eğitim programına katılmış organize edilmesinde görev almıştır. Aynı zamanda psikoloji alanında içerik üreticiliği ve sosyal medya editörlüğü yaparak, psikoloji bilimini herkes için anlaşılır ve ulaşılabilir hale getirmeyi hedeflemektedir. Şu anda online ve yüz yüze klinik psikolog olarak danışanlarına destek vermekte ve ruh sağlığı alanında bilinçlendirme çalışmaları yapmaktadır. Bireylerin psikolojik iyi oluşlarını desteklemeyi amaçlayan Önder, terapi süreçlerinde bilimsel ve etik ilkeleri temel alarak, güvenilir ve etkili bir terapi deneyimi sunmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar