Modern yaşamın hızlı temposunda, çoğu zaman zihinsel olarak otomatik pilota bağlanıyoruz.
Her şey aynı gibi geliyor; aynı iş, aynı diyaloglar, aynı düşünceler… Çoğu zaman bu tükenmişliği yalnızca “çok çalışmaya” ya da “daha fazlasını yapamıyor olmaya” bağlıyoruz.
Halbuki asıl mesele, çoğu zaman daha derinde; hep aynı şeyleri yapıyor olmak… Ama nedenini ve sonucunu hissedememek.
Neden bu kadar çok şey yapıyor, sürekli hareket hâlinde yaşıyor ama bir o kadar da durgun, yorgun ve yetersiz hissediyoruz?
Çünkü mesele sadece bedenin yorgunluğu değil.
Çoğu zaman asıl mesele, aynı zihinsel döngü içinde sıkışıp kalmak.
Yani günler geçiyor ama “biz” geçemiyoruz.
Hepimiz günü bir şekilde tamamlıyoruz. Ancak giderek artan bir kesim, gün sonunda neden doyum hissetmediğini sorguluyor. Modern yaşamın çizdiği çerçevede sürekli meşgulüz ama bir o kadar da anlamsız bir boşlukta salınıyoruz.
Bu yazıda, modern hayatın görünmeyen zihinsel yorgunluğunu, tekrar eden rutinlerin içindeki tükenmişliği, ruhsal olarak kımıldayamamanın psikolojik nedenlerini konuşacağız. Belki de küçük bir kırılma noktası yakalar ve o döngüyü yerinden oynatabiliriz.
Tükenmişlik Hâli
Tükenmişlik, genellikle bir meslek hastalığı olarak bilinir. Oysa işin duygusal ve zihinsel boyutu çoğu zaman göz ardı edilir.
Tükenmek, yalnızca fazla çalışmaktan kaynaklanan bir durum değildir. Bazen sürekli aynı şeyi yapmak, anlamdan kopmak ve kendini hissedememek de benzer etkiyi yaratır.
Günlük görevleri yerine getirirken bir “otomatik pilot” devreye girer. Evet, işler tamamlanır. Ne düşündüğümüzü bile fark etmeden çalışıyor, konuşuyor, yemek yiyor, uyuyoruz…
Ama tüm bunların ardından içimizde bir boşluk kalır.
Sabahları kalkmak zor geliyor. Yaptığımız iş, konuştuğumuz insanlar, evdeki sorumluluklar… Her şey aynı ama sanki hiçbir şey bize değmiyor.
Bu noktada insan belki “Ben ne yaşıyorum?” diye bile soramaz olabiliyor. Çünkü bu soru bile fazla canlı gelebiliyor.
Döngüye Sıkışmak
Her sabah aynı alarm sesiyle uyanmak, aynı kahveyi aynı kupada içmek, aynı yoldan aynı işe gitmek, aynı cümleleri kurmak…
İşte bu “aynılık”, insan zihni için başta güvenli, sonra sıkıştırıcı bir şeye dönüşür.
Çünkü zihnimiz, her şey aynı kaldığında bile bir “farklılık” arar.
Ama o farklılığı bastırırız: “Boşuna” deriz, “vaktim yok” deriz, “sonra” deriz.
Sadece davranışlarımız değil, düşüncelerimiz de döngüye girer:
“Ben zaten böyleyim.”
“Bunu değiştiremem.”
“Şimdi sırası değil.”
Ve sonra fark ederiz ki:
Gün geçiyor ama biz geçmiyoruz. Hâlâ aynı yerdeyiz.
Her şeyden önce, alışkanlıklar konforludur. Zihinsel olarak yeni bir şeye yönelmek, enerji ister.
Rutinlere yöneliyor olmak bazen bize güvenli limanlar sunabilir ve bir anlamda belirsizliği elimine edebilir.
Ancak bu güvenlik, zamanla zorlayıcı olabilir.
Sanki farklı bir şey yaparsak dünya dağılacakmış gibi tutunuruz alışkanlıklara.
Oysa fark edilmemiş olan şey şudur:
Sıkışmışlık, hareketsizlikten çok, yaşamla temas kuramamak hâlidir.
Neden Kımıldayamıyoruz?
“Bu kadar rahatsızken neden değiştiremiyorum?”
Çünkü alışkanlıklar sadece davranış değil, aynı zamanda savunmadır.
Kimi zaman aynı döngüde kalmak, bilinmeze adım atmaktan daha güvenli gelir.
Değişim, belirsizliktir ve insan zihni belirsizliği tehdit gibi algılar.
Rutinler bizi sıkabilir ama aynı zamanda korur.
Toplumsal olarak da “yorulmak”, “çok çalışmak”la yüceltilir.
Sessizce tükenirken, içimizde bir ses “Böyle olması gerekiyor” der.
Bu ses, çoğu zaman içselleştirdiğimiz beklentilerdir:
“İyi çalışan yorulur.”
“Çok düşünme, sabret.”
“Şikâyet etme, herkes aynı durumda.”
Yoruluyorsan çalışıyorsun, tükeniyorsan çabalıyorsun, hep meşgulsen değerlisin…
Ancak bu söylemlerin ardında, duyguların inkârı vardır.
Ve bastırılan her duygu, birikir. Bazen kaygı, bazen öfke, bazen de tarifsiz bir boşluk olarak döner bize.
Bu söylemler bize küçüklükten beri öğretilir ve bir süre sonra iç sesimize dönüşür.
Bu ses, bizi sıkıştığımız yerde tutar.
İşte bu içselleştirilmiş inançlar, ruhsal olarak kendimizi tekrar eden bir kalıba sıkıştırmamıza neden olur.
Ve o kalıp içinde, canlılığımızı, yaratıcılığımızı, spontane duygularımızı kaybetmeye başlarız.
Yani yorgunsan, demek ki görevini yerine getiriyorsun.
Bu anlayış, duygusal tükenmişliği bir başarı göstergesi gibi algılamamıza sebep olabilir.
Oysa bu düşünce biçimi, fark etmeden bizi kronik yorgunluğa ve hatta depresyona bile sürükleyebilir.
Tükenmişlik Belirtileri: Kaygı, İlgisizlik, Donukluk
Tükenmişliği sadece işyerinde verim düşüklüğüyle sınırlamak yanıltıcıdır. Çünkü bu hâl, zamanla hayatın bütün alanlarına yayılır.
Her sabah yorgun kalkmak bir sinyaldir.
İstediğiniz hâlde buluşmalara gitmemek, sosyal etkileşimden kaçmak başka bir işarettir.
Bir şeyler yaparken eskisi kadar keyif almamak, motivasyonunuzun “dışarıdan gelen görevlerle” belirlenmesi, kendini suçlu hissetmek ama harekete geçememek…
Zaman zaman içten içe “Hayat böyle mi geçecek?” diye düşünmek, anlamı sorgulamaya başlamak…
İşte tükenmişlik, sadece fazla çalışmak değil, anlam kaybıyla beraber gelen duygusal soğuma hâlidir.
Bir şeyi neden yaptığımızı bilmeden, sadece yapmaya devam ediyorsak, o hâl tükenmişliğin ta kendisidir.
Aynı Döngüden Çıkmak
Değişim denince aklımıza hep radikal kararlar gelir:
İşi bırakmak, şehri terk etmek, hayatı baştan yazmak…
Ama aslında değişim, küçük bir farkındalıkla başlar.
Her gün aynı kahveciden kahve alıyorsak, bir gün farklı bir yol denemek.
Sabah ilk iş telefona bakıyorsak, bir sabah yalnızca pencereye doğru bakmak.
Her akşam aynı koltukta oturuyorsak, bir defalığına yerde oturmak.
Sabah her gün gittiğimiz yol aynıysa farklı bir yoldan gitmek.
Ve bazen de sadece fark edebilmek:
“Ben şu an otomatikteyim.” diyebilmek.
Bu ufak değişiklikler, zihinsel sabitliği kırar ve yeni algı pencereleri açar.
Tükenmişlik döngüsünden çıkmanın ilk adımı, sıkışmış olduğunu fark etmektir.
Bu farkındalık egzersizi bile, zihnin uyandığını gösteren önemli bir işarettir.
Bazen sabah rutininin 5 dakikasını değiştirmek bile oldukça fark yaratabilir.
Bazen bir kırılma için devrim gerekmez, sadece yön değişikliği yeterlidir.
Sonuç: Yorgunluk Sadece Çok Şey Yapmaktan Değil, Sürekli Aynı Şeyi Yapmaktan Gelir
Tükenmişlik sadece temponun yüksekliğinden değil, yapılan şeylerin içeriğinden de kaynaklanır.
Anlamını kaybetmiş bir rutinde, en küçük görev bile ağır gelir.
Bazen sürekli aynı şeyi yapmanın, hiçbir duygusal karşılık alamamanın yorgunluğudur.
Oysa küçük farklılıklarla kurulan hayatlar, zihne nefes alma alanı yaratabilir.
Hayat, tekrarlardan ibaret olabilir ama insan, daima dönüşebilen bir varlıktır.
Belki de durup, kendimize gün içinde şu soruyu sormak:
“Gerçekten yaşıyor muyum, yoksa sadece sürdürüyor muyum?”
Eğer cevabınız sizi huzursuz ediyorsa, bu da bir şeydir.
Çünkü huzursuzluk bazen değişimin habercisidir.
Durmak, bakmak ve başka bir yolu hayal etmek…
İşte bazen tek ihtiyacımız olan budur.