Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Sosyal Medya ve Beynimiz: Gerçek Bağlantı mı, Sanal Yalnızlık mı?

Sosyal medya, modern yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Sabah ilk açtığımız uygulamalar, gün içinde defalarca kontrol ettiğimiz bildirimler, yatmadan önce son baktığımız gönderiler… Dijital dünyada kurduğumuz bu “bağlantılar”, gerçek hayattaki ilişkilerimizin önüne geçmeye başladı. Peki, sosyal medya gerçekten bizi birbirimize bağlıyor mu, yoksa bizi görünmez bir yalnızlığa mı sürüklüyor? Bu soruya cevap ararken, beynimizin bu platformlarla nasıl etkileşime girdiğini ve bunun psikolojimiz üzerindeki etkilerini incelememiz gerekiyor.

Sosyal medyanın popülerliğinin arkasındaki temel nedenlerden biri, beynimizdeki ödül sistemini tetiklemesidir. Bir bildirim aldığımızda, beğenildiğimizde veya bir yorum yapıldığında, beynimiz dopamin salgılar. Dopamin, zevk ve motivasyonla ilişkili bir nörotransmiterdir. Bu durum, bize anlık bir tatmin duygusu verir ve bu hissi tekrar yaşamak için sosyal medyayı sürekli kontrol etme ihtiyacı duyarız. Tıpkı bir kumar makinesinin kollunu çekmek gibi, her bildirim bir potansiyel “ödül” vaat eder. Bu sürekli dopamin akışı, zamanla bir tür dijital bağımlılığa yol açabilir.

Ancak bu dopamin salgısının her zaman olumlu sonuçları yoktur. Sosyal medya, sürekli bir sosyal karşılaştırma döngüsü yaratır. Başkalarının kusursuz tatil fotoğraflarını, başarılı kariyerlerini veya mutlu aile anlarını gördüğümüzde, kendi hayatımızı sorgulamaya başlarız. Bu durum, düşük benlik saygısı, kıskançlık ve yetersizlik hissi gibi olumsuz duygulara yol açabilir. Çoğu insan sosyal medyada hayatının en iyi anlarını paylaştığı için, gerçekçi olmayan bir mükemmellik algısı oluşur. Bu da bireylerin kendilerini sürekli olarak “eksik” hissetmelerine neden olabilir.

Peki ya “gerçek bağlantı” vaadi? Sosyal medya, coğrafi sınırları ortadan kaldırarak dünyanın dört bir yanındaki insanlarla iletişim kurma fırsatı sunar. Uzaktaki arkadaşlarla bağlantıda kalmak, benzer ilgi alanlarına sahip insanlarla tanışmak veya destek gruplarına katılmak gibi pek çok faydası vardır. Ancak bu bağlantılar, yüz yüze etkileşimlerin sağladığı derinlik ve samimiyeti her zaman sunmaz. Dijital arkadaşlıklar, gerçek hayattaki dokunuşun, göz temasının, ses tonunun ve beden dilinin eksikliğini taşır. Bu da yüzeysel ilişkilere ve zamanla gerçek yalnızlık hissine yol açabilir.

Sosyal medya aynı zamanda “FOMO” (Fear Of Missing Out – Fırsatı Kaçırma Korkusu) olarak bilinen bir olguyu da tetikler. Başkalarının eğlendiğini veya ilginç şeyler yaptığını gördüğümüzde, kendimizi dışlanmış hissedebiliriz. Bu korku, bizi sürekli çevrimiçi olmaya ve her anı kaçırmamak için bildirimleri takip etmeye iter. Ne yazık ki, bu durum bizi şimdiki andan koparır ve gerçek hayattaki deneyimlerin tadını çıkarmamızı engeller. Bir konserde herkesin telefonuna sarılıp video çektiğini düşünebilirsiniz; anı yaşamak yerine, o anı dijital olarak kaydetme ve başkalarıyla paylaşma arzusu ön plandadır.

Sosyal medyanın zihinsel sağlık üzerindeki etkileri de giderek daha fazla tartışılıyor. Araştırmalar, aşırı sosyal medya kullanımının anksiyete, depresyon ve uyku bozuklukları riskini artırabileceğini gösteriyor. Özellikle gençler ve ergenler, siber zorbalık ve vücut imajıyla ilgili sorunlar gibi ek risklerle karşı karşıya kalabilirler. Sürekli olarak bir “performans” sergileme ve başkalarının onayını alma baskısı, genç zihinler üzerinde ciddi bir stres yükü oluşturur.

Peki, bu dijital ikilemden nasıl çıkacağız? Sosyal medyanın tamamen hayatımızdan çıkarılması pratik veya gerçekçi değildir. Önemli olan, bilinçli ve dengeli bir kullanım geliştirmektir. İşte bazı stratejiler:

  • Süre Sınırları Belirleyin: Hangi uygulamalarda ne kadar zaman geçirdiğinizi takip edin ve kendinize sınırlar koyun. Telefonunuzdaki ekran süresi ayarlarını kullanabilirsiniz.

  • Dijital Detoks Yapın: Belirli günlerde veya saatlerde sosyal medyadan uzak durun. Telefonunuzu kapatın veya bildirimleri susturun.

  • Gerçek Bağlantıları Önceliklendirin: Sanal etkileşimler yerine, yüz yüze görüşmelere, telefon aramalarına ve gerçek hayattaki etkinliklere zaman ayırın.

  • Farkındalık Geliştirin: Sosyal medyada ne gördüğünüzü ve bunun sizi nasıl hissettirdiğini fark edin. Olumsuz duygular yaratan hesapları takibi bırakın.

  • Paylaşımlarınızda Seçici Olun: Her anınızı paylaşma ihtiyacı hissetmeyin. Kendi hayatınızın tadını çıkarmaya odaklanın.

Sosyal medya, potansiyel olarak güçlü bir araçtır; bilgiye ulaşmamızı, farklı bakış açılarını görmemizi ve sevdiklerimizle uzaktan da olsa bağ kurmamızı sağlar. Ancak bu aracın kontrolünü elimizde tutmak ve onun bizi değil, bizim onu yönetmemiz kritik öneme sahiptir. Beynimizin anlık dopamin ödüllerine olan düşkünlüğünü anlayarak ve bilinçli seçimler yaparak, dijital dünyanın faydalarından yararlanırken, sanal yalnızlığın ve zihinsel sağlık risklerinin tuzağına düşmekten kaçınabiliriz. Gerçek bağlantının ve zihinsel esenliğin anahtarı, ekranın ötesinde, gerçek yaşamda yatmaktadır.

Ece Ruşen Sarı
Ece Ruşen Sarı
İstanbul'da dünyaya gelen Ece RUŞEN SARI, lise eğitimini Kartal Anadolu Lisesinde tamamladı. Akademik kariyerine Işık Üniversitesi İngilizce Psikoloji Bölümü’nde yarı burslu eğitim alarak başladı. Mezun olduktan sonra Psikoloji alanındaki eğitimini derinleştirmek adına Medipol Üniversitesi Bilişsel Sinirbilim Yüksek Lisans Programı’na katıldı ve onur belgesi ile mezun oldu. Yüksek lisans tezini, nöropsikoloji alanında önemli bir konu olan Erişkin Tip DEHB'de Sosyal Kognisyon ve Yürütücü İşlevlerin İlişkisinin Elektrofizyolojik Yöntemle Araştırılması" üzerine yazdı. Ardından Prof. Dr. Hakan TÜRKÇAPAR’dan Bilişsel Davranışçı Terapi ve Psikiyatr Dr. Alp KARAOSMANOĞLU’ndan Şema Terapi eğitimi aldı. Klinik alanda uzmanlaşmak amacıyla Gelişim Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı’nı da başarıyla tamamlayarak ikinci kez onur belgesi aldı. Profesyonel kariyeri boyunca Medipol MEGA Hastaneler Kompleksi ve İstanbul Rumeli Üniversitesi gibi saygın kurumlarda görev aldı. Bunun yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda öğrencilere motivasyon üzerine eğitimler vererek genç bireylerin gelişimine katkı sağladı. Alzheimer, Parkinson, Unutkanlık ve Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) gibi nöropsikolojik alanlarda çalışarak danışanlarına yönelik kapsamlı değerlendirme ve müdahaleler gerçekleştirdi. Ek olarak Anksiyete Bozuklukları, Panik Atak gibi konularda da terapi seansları yürüttü. Akademik çalışmaları kapsamında SD Platform dergisinde, tez danışmanı ve yanında asistanlık yaptığı Prof. Dr. Lütfü Hanoğlu ile birlikte “Yeni bir ahlaki tartışma: Beyinde Doping” başlıklı yazıyı kaleme alarak DEHB'de ilaç kullanımına dair önemli bir perspektif sundu. Klinik Nöropsikolog Ece RUŞEN SARI, klinik psikoloji ve nöropsikoloji alanındaki uzmanlığıyla danışanlarına bilimsel temellere ve ‘her insan saygı değerdir’ anlayışına dayalı terapi hizmetleri sunmaya devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar