Salı, Ağustos 5, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Tanımanın Sınırında Sevgi

İki insanın birbirine yaklaşmasının en başında, tarifi zor bir heyecan gizlidir. Sözcüklerin ötesinde, tanımı mümkün olmayan bir çekim… Ancak zamanla bu heyecan, dış gerçekliğe temas etmeye başlar; karşılaşmalar çoğalır, davranışlar gözlemlenir, geçmişe dair bilgiler açığa çıkar. Böylece, o baştaki büyünün üzerine bilgi katmanları eklenir. Tanımaya başlamak, çoğu zaman o büyülü bilinemezliğe duyulan hayranlığın, ilk heyecanın yavaş yavaş solması anlamına gelir.
Bu noktada akla düşen temel soru şudur: Birini gerçekten tanımak, onu sevmekten vazgeçmenin başlangıcı olabilir mi?

İnsan zihni, belirsizliğe karşı sonsuz bir tahammül içinde değildir. Bilinmeyen şeyler huzursuzluk doğurur; bu nedenle tanımak, çoğu zaman bu belirsizliğin doğurduğu kaygıyı maskelemenin güvenli bir yolu hâline gelir. Kişiyi belli bir çerçeveye yerleştirmek, onu zihinsel bir kalıba oturtmak, tanımlamak… Bu türden bir düzenleme, zihne geçici bir rahatlık sağlar.
Ne var ki bu rahatlık, çoğunlukla sevginin doğal devinimine ket vurur. Zira birini tanıdığını sandığın anda, artık onu gerçekten görmez; yalnızca geçmiş imgelerin gölgesinde, onu hatırlarsın. Tanıma arzusu yerini zamanla sabitleme eğilimine bırakabilir. O kişinin nasıl biri olduğuna dair oluşturulan sabit kavramsal çerçeve, öznedeki dönüşme ihtimalini ihmal eder. Oysa hakiki sevgi, sabit bir benliğe değil; değişen, dönüşen ve sürekli yeniden şekillenen bir öznelliğe eşlik edebilme yetisidir.

Tanıklık ile Tanıma Arasındaki İnce Sınır

Kişinin hayatına dair detayları öğrenmek, davranışlarını tahmin edebilmek ya da duygusal örüntülerini çözümleyebilmek, onun içsel varoluşuna tanıklık etmekle eşdeğer değildir. Tanıklık, bilgiden çok dikkatle dinlemeyi; kavramaktan çok eşlik etmeyi içerir. Karşıdakinin iç dünyasının sonsuzluğuna saygı duymayı; hatta zaman zaman o dünyaya hiç ulaşamayacağını kabullenmeyi gerektirir.
İşte bu kabullenme, sevginin içinde saklı duran mesafeyi zorunlu kılar. Ancak bu mesafe, uzaklık ya da soğukluk değil; varoluşa tanınmış bir özgürlük alanıdır. Sevgi, bazen sessiz kalabilmekle; bazen bilmediğini fark edip geri çekilmekle derinleşir.

Sevginin Modern Türevleri: Proje Yönetimi

Günümüz ilişkilerinde sevgi, çoğu zaman bir tür proje yönetimine dönüşmüş görünür. Partneri daha işlevsel ya da olgun birine çevirmek, çocukları başarı odaklı bireyler hâline getirmek ya da kendi benliğini sürekli geliştirme baskısı altında tutmak… Tüm bu çabalar, sevginin özündeki kabulü gölgede bırakır.
Bazı sevgi biçimleri yalnızca biçimlendirilmiş, tanımlanmış ve sabitlenmiş özneler üzerine yönelmiştir. Bu durumda sevgi, karşıdakinin canlı, karmaşık gerçekliğine değil; zihinde oluşturulmuş ideal bir imgeye yönelir. Böyle bir sevgide özne değil, hayal edilen versiyon sevilir.

Sevgi Kör mü, Yoksa Seçici mi?

Toplumda sıklıkla tekrarlanan “sevgi kördür” kalıp yargısı, çoğu zaman gerçekliğin acımasız koşullarından uzak bir yere konumlandırılmış bir bağlılığa işaret eder. Oysa bu körlüğü, kimi zaman gerçeğin konfor alanını tehdit eden boyutlarını görmemek için geliştirilen bir direnç olarak değerlendirmek mümkündür.
Gerçek sevgi, her şeyi bilmekle değil; bazı şeyleri bilmeme hakkını saklı tutmakla var olabilir. Sevilene tanım yüklememek, hatta onun bilinemezliğini kabul etmek; sevgiyi kırılgan kılarken aynı zamanda derinleştirir. Sevgi, her şeyi görmeye değil, göremediği hâlde yanında kalmaya dayanır.

Kendini Tanıyan Sevebilir mi?

Tüm bu soruların yalnızca ötekine değil; bireyin kendi benliğine de yöneltilmesi mühim bir noktadır. Kendini tanımak, yalnızca ışığın düştüğü yerleri değil; gölgenin sakladığı katmanları da görmeye cesaret etmektir. İdeal benliğin yarattığı delüzyondan saparak bireyin kendi içsel çatışmalarına, eksikliklerine ve değişken doğasına açıklık gösterebilmesini gerektirir.
Peki, insanın kendini tüm bu yönleriyle gördüğünde yine de kendine sevgiyle yaklaşabilmesi mümkün müdür? Kendine duyulan şefkat, başkasına gösterilecek sevginin de temelini oluşturur. Koşulsuz sevgiyi kendi iç dünyasında deneyimlememiş biri, ötekine de çoğu zaman yalnızca koşullu bir sevgi sunabilir.

Sonuç: Bilinemezliğe Açık Bir Sevgi Mümkün mü?

Tanıyarak sevme arzusu elbette ki anlaşılabilir bir insani ihtiyaçtır. Ancak sevgi, esasında sabit bilgiye değil; açıklığa, bilinemezliğe gösterilen tahammüle ve durağanlıktan uzak bir akışa dayanmaktadır. Temel olarak sevgi, karşımızdaki kişiyi çözümlemeye çalışmadan, onun sınırlarının ötesine taşarak tanımlamaya kalkmadan, yalnızca içten ve kapsayıcı bir biçimde varlığına eşlik etmeyi başarabilmek değil midir? “Seni çözemedim ama buradayım” diyebilmek belki de sevginin en yalın ve en sahici ifadesidir.

Son Soru

Birini sevdiğini iddia eden biri, o kişiyi gerçekten tanıdığında da aynı sevgiyi sürdürebilir mi?
Yoksa sevgi, yalnızca zihinde idealize edilmiş bir hayale mi yöneliktir?
Cevabı ne olursa olsun belki de sevmenin en hakiki yolu; bilinemezliğe, tamamlanmamışlığa ve daimî değişime tahammül edebilmekten ibarettir.

Ayşe Elif Sağlam
Ayşe Elif Sağlam
Ayşe Elif Sağlam, psikoloji lisans eğitimini tamamlamasının ardından 2024 yılında klinik psikoloji yüksek lisans eğitimine başlamıştır. Lisans eğitimi boyunca Bakırköy Prof. Dr. Mahzar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi başta olmak üzere çeşitli staj deneyimleri bulunmaktadır. Bilişsel Davranışçı Terapi ekolü eğitimleri tamamlamış olmakla beraber varoluşçu psikoterapi, psikodinamik psikoterapi de ilgi alanları arasındadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar