21. yüzyılın ortalarına doğru ilerlerken, dijital teknolojiler iş dünyasının belirleyicisi haline gelmiştir. Yapay zeka, robotik sistemler, yenilikler, sadece üretim süreçlerini değil, aynı zamanda çalışanların davranışlarında, iş doyumunu, motivasyonu ve örgütsel bağlılığı da dönüştürmüştür. Bu kapsamda insan ve makine işbirliği, endüstriyel psikolojinin temel ilgi alanlarından biri haline gelmiştir. Endüstriyel psikoloji, bireylerin iş ortamındaki davranışlarını, duygusal ve bilişsel tepkilerini araştırmaya, anlamaya ve anlamlandırmaya yönelik bilimsel disiplindir ve teknolojik dönüşümlerle yeniden şekil almaktadır.
Sanayi Devrimi ile başlayan teknolojik ilerleyiş, öncelikle fiziksel iş yükünü hafifletmeye yönelikti. Bugüne geldiğimizde bilişsel teknoloji ile birlikte yapay zekânın ortaya çıkışıyla destekli karar alma mekanizmaları, çalışanın işlevini ve rol algısını dönüştürmektedir. “Siber-fiziksel sistemler” (Lee et al., 2015) gibi teknolojiler sayesinde makineler, sadece emir alan araç olmaktan çıkmış, karar alma süreçlerine aktif olarak katılan “ortak” haline gelmiştir. Bu durum, endüstriyel psikoloji bakış açısıyla çalışan ile makine ilişkisini yeni bir alan olarak tanımlamaya mecbur bırakmaktadır.
Teknolojik gelişmelerle birlikte insan faktörünün devre dışı bırakıldığı bir yapı yerine, hibrit sistemin yaygınlaştığı bir döneme girilmiştir. İnsan ve makine birlikte çalıştıklarında, her iki tarafın güçlü yönlerinin birleşimiyle daha etkili, verimli ve sürdürülebilir iş modeli ortaya koymaktadır. Bu durumda, teknolojik ilerleyiş kadar psikolojik adaptasyon da önemini arttırmaktadır.
Yapay zekâ ve otomasyon teknolojilerinin çalışanlar üzerindeki etkisi, özellikle iş doyumu ve motivasyon alanında belirgin hale gelmektedir. Deci ve Ryan’ın (2000) Öz Belirleme Kuramı’na baktığımızda, bireylerin motivasyonu; yeterlik, ilişki kurma gibi temel psikolojik ihtiyaç hiyerarşisinin karşılanmasına bağlıdır. Ancak karar alma sürecinin makineler tarafından yapılması, çalışanlarda kontrol kaybı hissine neden olabilmekte ve bu da motivasyonu olumsuz yönde etkilemektedir.
Bununla birlikte, otomasyonun tekrarlayan ve yorucu görevleri ortadan kaldırması, çalışanların daha yaratıcı ve anlamlı işler üzerine odaklanmasını sağlayabilir. Bu da iş doyumunu artıran bir unsur olabilir (Daugherty & Wilson, 2018).
Ayrıca motivasyon, yalnızca bireysel psikolojinin konusu değil, ayrıca örgütsel yapı ve liderlik anlayışını da kapsar. Teknolojik ilerleyişle birlikte gelen yeni görev tanımları, çalışanların kariyer beklentilerini yeniden şekillendirmekte ve bu da uzun vadeli motivasyon üzerinde etkili olmaktadır.
Yapay zeka tabanlı sistemlerle çalışmak, bazı çalışanlarda “technostress” olarak adlandırılan teknoloji kaynaklı stresi ortaya çıkarmaktadır (Tarafdar et al., 2007). Bu stres; bilgiye yetişememe, öğrenme baskısı ve sürekli değişime ayak uydurma zorunluluğu gibi faktörleri içermektedir.
Örgütler, çalışanlar ya da dijital becerisi zayıf olan bireyler, teknolojik sistemlerle çalışma konusunda daha fazla kaygı bozukluğu yaşamaktadır. Bu durum, çalışanların psikolojik düzeyini ve buna bağlı genel iş performansını olumsuz yönde etkileyebilir.
Stresin uzun vadede görülen etkisi arasında tükenmişlik sendromu, işten ayrılma arzusu, örgütsel bağlılığın azalması ve düşük iş performansı yer almaktadır. Bu bağlamda, kurumlar yalnızca teknik değil, psikolojik riskleri de hesaba katarak önleyici stratejiler geliştirmesi büyük önem arz etmektedir.
Yapay zekâ ve makinelerin çalışanların görevlerini devralması, çalışanlarda işlerine olan anlam ve bağlılık duygusunu azaltabilir. Bu da örgütsel bağlılığı tehlikeye atabilir (West, 2018).
Fakat bu etki, teknolojinin şekli ve çalışanların sürece ne kadar dahil edildiğine bağlı olarak farklılık gösterebilir. Teknolojik karar süreçlerine aktif katılım, eğitim ve destek ile çalışanların teknolojiyi tehdit olarak değil, bir işbirliği yaptığı ortak olarak algılamasıyla mümkün olabilir.
Aidiyet hissi, bireyin kurumsal kültüre olan adaptasyonu ile yakından ilişkilidir. Teknolojik evrimleşme sırasında bu kültürel uyumun devam ettirilmesi, çalışanların kendilerini değerli hissetmeleri önemlidir. Teknolojinin insan odaklı bir bakış açışı geliştirmesiyle bağlılık ve aidiyet duygularını güçlendirebilir.
Teknolojiyle birlikte gelen değişim süreçlerinin başarılı olabilmesi için etkili liderliğe ihtiyaç vardır. Bass ve Riggio (2006), duygusal zeka temelli liderlik, çalışanların kaygılarını anlamak, onlarla empati kurmak ve psikolojik destek sunmak gibi fonksiyonlarla öne çıkmaktadır. Duygusal zeka temelli liderlik, insan ve makine işbirliğini daha sürekli ve olumlu bir hale getirebilir.
Ayrıca liderlerin teknolojik vizyonla birlikte, çalışanların psikolojik geçiş süreçlerini iyi yönetebilmeleri gerekir. Bu durum, çalışanların değişime uyum sağlama kapasitelerini artırıp süreci kolaylaştırır ve örgütsel direnç seviyesini düşürür.
Teknolojik dönüşümler, çalışanların çalışma şartları, beklentileri ve işverenleriyle olan “psikolojik sözleşme”lerini yeniden gözden geçirmesine neden olmaktadır (Rousseau, 1995). Bu nedenle, kurumların teknolojik yatırımlar yaparken insan kaynaklarını ve psikolojik destek yatırımlarını ihmal etmemesi gerekir. Şeffaflık, eğitim ve iletişim, psikolojik sözleşmenin sürekliliğini sağlamak adına kritik önem taşır.
Ayrıca çalışanlara kariyer planlaması, yeni beceri kazandırma ve yeni görev tanımları konusunda açık ve şeffaf bir şekilde bilgilendirilmesi, korunması açısından çalışan psikolojik istikrarın devam ettirilmesi için büyük önem taşımaktadır.
Teknolojiyle entegre olmuş şekilde çalışabilmek, çalışanların dijital becerilere sahip olmasını gerektirir. McKinsey Global Institute (2021) raporuna göre, 2030 yılına kadar dünya genelinde milyonlarca çalışan, mevcut görevlerini sürdürebilmek için yeni beceriler edinmek zorunda kalacaktır.
Bu bağlamda yaşam boyu öğrenme ve kurumsal eğitim kültürü, endüstriyel psikolojinin önemsediği konuların başında gelir. Eğitim sadece teknik bilgiyi kapsamamakta, aynı zamanda stresle başa çıkma, esneklik kazanma ve dijital işbirliği yapma gibi psikososyal becerileri de kapsayacaktır. İnsan ve makine işbirliği gelecekte daha da ilerleyecek, özellikle endüstri ile birlikte bu işbirliğinin insani boyutlarla birleştirilmesi hedeflenecektir. Endüstriyel psikoloji, bu süreci daha dengeli yönetebilmek ve insana duyarlı hale getirmek için kilit rol oynayacaktır.
İnsan ve makine işbirliği, yalnızca bir teknoloji konusu değil; aynı zamanda bir insan davranışı, psikoloji ve organizasyon konusudur. Endüstriyel psikoloji, bu karmaşık ilişkiyi değerli hale getirmek, çalışanların psikolojik dengesini korumak ve sürece sürekli iyileştirici etkide bulunmak için vazgeçilmez bir bilimdir.
Geleceğin iş dünyasında başarılı olmak isteyen örgütler, insan psikolojisini ve faktörünü merkez alarak teknolojiyi sadece bir araç olarak değil, insani kapasitenin tamamlayıcısı olarak temellendirmelidir.