Şefkat nedir diye düşündüğümüzde sevme, koruma, önemseme ve öncelik verme gibi kimi iyi niyetler ile eş olarak zihnimizde temsiller canlanır. Sevecenlikle, ilgiyle ilintilidir ve bu şefkat eylemi temelinde farkındalık ve bilinçlilik halini barındırır.
Şefkat duygusal bir yanıttır. Çeşitli duyguların yansımasıdır.
Şefkatin Biçimleri
Şefkat başkalarına göstermeyi en iyi yapabildiğimiz bir duygu ancak her duygunun önce kendi içimizde birikmesi bizi sarıp sarmalaması, içimizde dolup taşmasıyla bir başkasına verilebilecek olduğu bir gerçek. O zaman şu soruyu soralım. Elimizde olmayanı nasıl bir başkasına verebiliriz ki?
Bir Başkasına Duyulan Şefkat
Bir kimsenin çektiği acıya karşı nazik ve duyarlı oluruz. Onu teselli etmek, acısını biraz da olsa hafifletme arzusu ile eyleme geçeriz. Belki de şefkatin en bilindik hallerinden biridir.
Bize Verilen Şefkat
İnsan doğası gereği şefkate muhtaç olarak dünyaya gelir. Bunun en belirgin örneğini bir bebeğin dünyaya gözlerini açtıktan sonra ilk ihtiyaç duyduğu şeylerden birinin şefkatin sıcaklığı ile sarılıp sarmalanınca giderdiğinde görebiliriz.
Yetişkinlikte ise bu şefkati çeşitli biçimlerde çeşitli yakın ilişkilerimizde yine ararız.
Bizler acı çekerken bize yaklaşan destek elini kabul etmek, ona açık olmak şefkati almaktır. Kimi zaman ise bu şefkati adeta öteler kendimizi yalnızlaştırır ve desteği kendimize hak görmeyiz. Bu yalıtım hali sandığımızdan daha yaygın olan bir tutumdur.
Kendimize Karşı Şefkatli Olmak: Öz Şefkat
Kişinin kendi acısına karşı bir yanıt olarak kendisine nazik olması ve ihtiyacını duyduğu anlayışı, kabulü vermesi öz şefkattir. Deneyimine karşı negatif eleştiriler yerine gözlemleyen bir bakış açısı ile kendini dinleyebilmesidir.
Neden bu acının içindeyim sorusu yerine bu acıdan geçerken neye ihtiyaç duyuyorum sorusunu seçmesidir.
Öz şefkat ile kendini anlama, kendine iyilik edebilme yollarını öğrenen kişi artık içinde büyüyen şefkati diğerlerine daha derinden verebilir.
Bunun yanında kendimize insaf etmezken bir başkasına anlayış gösterdiğimiz çok an vardır fakat bunların bir tükenme noktası olabilir.
Carl Gustav Jung şöyle diyordu ve aslında şefkatin önceliğinin kişinin kendi içinde yapıp ettikleri ile ilintili olduğuna dair bir kavrayışı açıklıyordu: “Ya şefkatime en muhtaç kişinin, sevilmeye en muhtaç düşmanımın… Kendim olduğunu fark edersem? O zaman ne olacak?” Sahi ya ne olacak?
İçimizdeki Şefkati Tanımak
Şefkatin bir kapı aralayan gizli ve içten gelen güç olduğunu, şefkatin içimizdeki en derin duygulara temas edebildiğini ve saflığının derinden geldiğini görmekteyiz. Kendi içimizde deneyimlediğimiz duygularla buna şahitlik edebiliriz.
Şefkat öncelikli bir duygu sanki bir harman bir sarmalayan, kollayan bir derinliği olan büyük ve genişliği içinden çıkarmaya gönüllü olduğunda büyüyen bir duygu ve öyle büyüyor ki insan şaşırıyor kalıyor.
Şefkat bir tamamlayıcı en zalim olayların en derinlerinde, içinde kötü havalar estirdiği zamanlarda seni dinleyen ve senin yanında olan bir duygu, sana olan güveni, yürüdüğün yolda kendine yol arkadaşlığı yapmayı, sana acı ile yüzleşmeyi sabırla öğreten bir duygu.
Bu sabır ile büyüyen şefkat cesarete ihtiyaç duyuyor. Acı ile yüzleşmeyi gerektiriyor.
Acı çeken hassas taraflarımızı gerçekten bakabilmeyi gerektiriyor.
Kendimizi gözlemlemeye başladığımızda çektiğimiz acıya karşı verdiğimiz yanıtları görmeye başlıyoruz.
Kendi acımıza karşı kendimizi bir kez daha eleştirirken buluyor muyuz?
Hatta belki acının salt halinden ziyade çektiğimiz acının içine tuz biber eker gibi neden acı içindeyim diyoruz.
Bu halimizle daha derin bitmeyen bir kavgaya tutuşuyoruz. Acının doğallığına bakıp o acının etrafına nakış gibi işlediğimiz anlamları gördüğümüzde başka bir yanıt oluşturmak mümkündür. Acımızı daha sert bir çerçeve içine alıyor olabiliriz. Ona verdiğimiz anlam ile yükümüzü ağırlaştırıyor olabiliriz. Oysa acının salt haline bakabildiğimizde biraz daha özgürleşiriz.
İnsanın doğasında acı kaçınılmazdır.
Mühim olan onu ele alış biçimizdir.
Acıya Karşı Bir Yanıt Olarak Şefkat
Şefkat bir gereklilik hayatta yol alırken aslında mecbur olduğumuz bir gerekliliktir. Dizlerimiz kanaya kanaya yürümeye kendimizi zorlarsak nasıl ki yürümenin bir noktasında tökezleyeceksek bir durup o yaralara bakmak iyileştirmek için adımlarımızı yavaşlatmak durumundayız.
Yoksa o yol acı içinde geçen bir yükümlülük olacak tek düşündüğümüz acı hissinin geçmesi bizi artık bırakması hangi vakit olacak diye düşünmek olacak.
Acı ile konuşmayı öğrenmek, şefkat ile mümkün, acının derinini kazımak değil bu, acının bizim ihtiyaç duyduğumuz noktalara nasıl temas etmemizi istediğini kavrayabilmek.
Acı çekiyor olmak esasında bir uyarıcı işarettir.
Kendimizi dinleyebilme, şefkatin yollarında acı ile beraber yürüyebilme cesareti gösterebilme her şeyin şifa noktası olacak.
Acı ile Olan İlişkimiz
Kendimizle olan kavgamızın devamında acı çektiğimiz için kendimizi yaralamaya, derinin üstünü değiştirmeye çalışırken kanatmaya devam ediyoruz.
Acı çekmek, bulunduğumuz sıkıntı veren durumda kalmak istemiyoruz ondan kurtulmak onu dönüştürmek istiyoruz bunların başımıza gelmesini hiç hak etmediğimize dair ısrarımızla işin içinden çıkmak isterken debelenip duruyoruz.
Kabul Etmek
Acı kaçınılmaz ve hayat devam ettikçe bizimle olacak. Belki hayata anlam vermek kabul edebilmek ile başlayacak. Asıl rahatsızlık veren acı değildir. Acı çekmeyi hiç istememe ile giden süreğen olan bir inatçılık hali asıl suçlu olabilmektedir. İşte bu noktada acının kabulü karşımıza çıkmaktadır. Ne şefkat kabulden ayrılabilir ne şefkatsiz bir kabul mümkün olabilir.
Kabul edebilmek, içinde olunan zamana dikkat edebilmek, yaşadığın ana gözlerini açarak bakabilmek, deneyimlediğin her ne ise ona dair merak ve ilgi gösterebilmek, içinde olup biten duyguyu dinleyebilmek, sana gösterdiği ve göstereceği nice yollarda o duygunun anlattığına kulak kesilebilmek ve o anlattığı ile yaşanılan her ne ise karşı çıkmak yerine inceleyip bir misafiri ağırlarcasına gelip geçici olduğunu bilerek buyur edebilmektir.
Son Söz
Biz sabırsız ve inatçı doğalarımızla iyi hislerle hayatta yol almak kötülerden bir an evvel kurtulmak isteyen varlıklarız. Şu var ki her defasında bu iş böyle yürümüyor, sabırsız doğamızın sakince beklemeye ihtiyacı oluyor.
Germer satırlarında sanki bize bir öğüt bırakıyor ve diyor ki: “Sorunlarımızın yegane yanıtı, her ne olurlarsa olsunlar, bunları her şeyden önce tam ve eksiksiz olarak bilmektir.”
Acıdan kaçmaya çalışmak nafile bir çaba oluyor ve kişiyi daha daha kanatıyor.Acının kabulünün devamında şefkat bize yol gösterici olarak eşlik eden bir dost esasında ve bizler bu eşsiz dosta en yakın olanız.Şefkati içimizde büyütme kapasitemiz var. Kendimizle olan ilişkimizde anahtarları en iyi bulabilecek olan yine bizleriz. O halde soralım; Benim acıma neden olan nedir? Kendime nasıl yardım edebilirim?
Kaynakça
Atalay, Z. (2019). Şefkat: zorlayıcı duygu ve durumlarla yaşayabilme sanatı, İstanbul, İnkılâp Kitabevi.
Germer, C. K. (2019). Öz şefkatli farkındalık tahrip edici duygularla başa çıkabilmek, (Çev. H. Ü. Haktanır). İstanbul, Diyojen Yayıncılık.
Germer, C. K. Ve Neff, K. D. (2013).
Self-compassion in clinical practice. Journal of Clinical Psychology, 69(8), 1-12.
Gilbert, P. (2005). Compassion and cruelty: A biopsychosocial approach. In P Gilbert (Ed) Compassion: Conceptualisations, research and use in psychotherapy, London, Routledge.
Neff, K. (2021). Öz Şefkat: Kendine Nazik Olmanın Kanıtlanmış Gücü, (Çev. E. Güldemler). İstanbul, Diyojen Yayıncılık.
O kadar güzel ve akıcı bir yazıydı ki okurken kendimi gördüğüm satırlar oldu. Yeni doğum yapmış bir anne olarak şefkatin yeni bir çeşidini daha deneyimlerken aslında kendime biraz kırıcı davrandığımı fark ettim ve bu yazıyı okurken bebeğime verdiğim şefkatin aynısını neden kendime vermediğimi bunu kendime hak görmediğimi sorguladığım çok güzel bir yazıydı.
Su gibi akıp gitti metin. okuduğum andan bu yana “…acının salt haline bakabildiğimizde biraz daha özgürleşiriz” cümlesi zihnimin içinde dönüp duruyor. “Ne şefkat kabulden ayrılabilir ne şefkatsiz bir kabul mümkün olabilir. ” sakince, sabırla, cesaret ve nihayet şefkatle kendi yanımda durmaya bir ilham, bir yol.