Zihnimiz, hele ki stresli bir dönemden geçiyorsa, bir sahneye dönüşmeye oldukça müsaittir. Tek kişilik bir oyun, bir monolog ama birbiriyle tutarsız gibi görünen birçok ses; oradadır. Biri bizi eleştirir, diğeri savunur, bir diğeri motive eder; yek diğeri ise suskunudur. Bir karar almadan önce içimizde uzun bir münazara yaşanabilir; kimi zaman da gün bitmiş, yapılacaklar tamamlanmışken bile, bir ses hâlâ konuşmaya devam eder. Neden kendi içimizde bu kadar çok çatışırız? İçsel diyaloglarımız neden sık sık tartışmalı, gergin, hatta yıpratıcı hale gelir?
İç Ses Nereden Geliyor?
Her insanın içinde, çoğu zaman kelimelere dökülmeyen ama hep orada olan bir ses vardır. Bu sesin tonu, içeriği ve ne zaman ortaya çıktığı kişiden kişiye değişir. Ancak çoğu insanın ortak deneyimi, bu sesin zaman zaman destekleyici değil, eleştirel bir tonda olmasıdır. “Bunu da beceremedin.” “Herkes senin hakkında ne düşünüyor acaba?” “Yine yanlış bir şey söyledin.” “Bunun yerine böyle deseydin daha iyiydi.”
Bu ses esasında geçmişten gelen, alışılagelmiş bir diyaloğun farkında olmadan içe alınmış bir halidir. Bize çocukken nasıl konuşulduysa, nasıl görmezden gelindiysek ya da hangi cümlelerle yönlendirildiysek, zamanla o kelimeler içselleşir. Yani iç sesimiz, sadece bizimle ilgili değil, başkalarını da pekâlâ içerir. O ses, bir zamanlar bize dışarıdan söylenenleri taşıyan bir yankıdır. Ne yazık ki bu yankılar çoğu zaman anlayışlı değil, kontrolcü, talepkâr, tehditkâr hatta cezalandırıcı olur.
Tartışmalı İç Diyaloglar: Sessiz Bir Savaş Alanı
Bazı insanlar içlerindeki bu çatışmayı “karar verememe” ya da “kendine yüklenme” gibi tarif eder. Oysa daha derinde, bir kimlik mücadelesi yaşanır. Bir parçamız harekete geçmek ister, diğeri durdurur. Bir yanımız duygularını ifade etmeye çalışır, öteki mesela hemen “abartıyorsun” der. Bu tür içsel tartışmalar, sadece karar anlarında değil, sıradan bir gün içinde bile kendini gösterebilir.
Buradaki çelişki çoğu zaman şunu gösterir: Kendi içimizde bile kendi tarafımızda durmakta, kendimize mukayyet olmakta zorlanıyoruz. İçimizdeki sesler sürekli birbirini bastırmaya çalışırken, asıl olan (yani ben) arada kaybolabiliyoruz. Ve bu, yorgunluk yaratıyor. Çünkü bedenimiz dinlenmiş olsa bile, zihin gün boyu süren bu iç konuşmalarla meşgul hale geliyor; hatta daha kötüsü bu olağanlaşabiliyor.
Kendinle Meşgul Olmak, Kendine Odaklanmak; Kendine Karşı Savaşmak ile Aynı Şey Değil
İçsel diyaloglarımızı dönüştürmenin yolu onları susturmak değil, yeniden düzenlemek; yerine göre yıkmak, atmak ve nihayetinde yeniden anlamlandırmaktır. Bu noktada “kendinle meşgul olmak” ve de “kendine odaklanmak” ifadesi önem kazanıyor. Çünkü bu meşguliyet, kendini düzeltmeye çalışmak anlamına gelmez; tam tersine, kendini dinlemek, çözümlemeye çalışmadan yer yer tanık olmak, yer yer seyretmek anlamına gelir.
Kimi zaman içimizde konuşan o sesin neden o kadar sert olduğuna tanıklık edebiliyor olmak bile önemli bir adım haline gelir. Belki o içsel parçamız sadece korkuyordur, belki sadece bizi korumaya çalışıyordur ama dili fazla sivridir. Belki benden önce başka biri öyle konuşmuştur benimle, ben ise şimdi o dili kendim zannederek sürdürüyorumdur.
Kendinle odaklanmak, bir başka deyişle kendine “bakmak” kendini sürekli düzeltmek değil; içindeki sesleri duymaya cesaret etmeyi de içerir. Birini susturmadan, yek diğerinin işgaline ise izin vermeden, hepsini bir süreliğine bir araya getirmek de diyebiliriz buna.
Sessizlik Mümkün mü?
Tam bir sessizliğe erişmek her zaman mümkün olmayabilir, hakezâ hedef de bu olmamalıdır; zira iç sesimizin bir yanı her ne kadar itici ve huzursuzluk verici olsa da, her bir parçanın bileşimi nihayetinde, öngörülmesi başlangıçta mümkün olmayan bir sonucun nüvelenmesine zemin hazırlıyor olabilir. Zihin doğası gereği konuşur, yorumlar, uyarır, hayal kurar. Ama bu konuşmaların tonu değişebilir. İçsel diyaloglar zamanla daha nazik, daha esnek ve daha gerçekçi bir hale gelebilir. Bu da ancak içimizdeki seslerle savaşmak yerine, onlarla ilişki kurarak mümkün olur, ne olduğuna bir bakarak.
Bazen bu dönüşüm kendiliğinden olmaz. Destek almak, bir terapi süreci içinde bu zihinsel çatışmaları dışarı taşımak, onların şekilsiz gölgeler olmaktan çıkmasına yardımcı olabilir. Kendi içimizle yaptığımız konuşmaları yüksek sesle bir başkasının önünde söyleyebildiğimizde, o sesin ne kadar abartılı ya da haksız olduğunu fark edebiliriz.
Bizler Paradoksal Varlıklarız, İç Sesimiz de Öyle
İçsel diyaloglarımız tartışmalı olabilir çünkü biz paradoksal varlıklarız. Bazen korkarız, bazen savunuruz, bazen bastırırız. Zihnimiz bu parçaları dengelemeye çalışırken çatışmalar çıkar. Bu çatışmalar tek başına bir sorun değildir; bazen büyümenin kendisidir. Asıl mesele, bu seslerin birbirini ezmeden var olabileceği bir iç alan yaratabilmektir.
Bir gün o içsel tartışmalarda biri kalkıp diğerine “seni anlıyorum” diyebilirse, işte o gün iç huzurun kapısı biraz aralanmış olur.