İnsan zihni, yalnızca genetik mirasın değil, aynı zamanda psikolojik, duygusal ve sosyal mirasın da taşıyıcısıdır. Bu miras, çoğu zaman fark edilmeyen, görünmez bir şekilde nesilden nesile aktarılır. Çocukluk yıllarımızda ebeveynlerimizden ve yakın çevremizden duyduğumuz sözler, maruz kaldığımız tutumlar ve şahit olduğumuz davranış biçimleri, yetişkinlikteki benlik algımızı ve yaşamla kurduğumuz ilişki biçimlerini derinden etkiler. Kim olduğumuzu düşündüğümüz şey, aslında büyük ölçüde başkalarının bizde inşa ettiği algıların bir sonucudur. Bu yüzden, aileden aktarılan inanç kalıplarının psikolojimiz üzerindeki etkilerini anlamak, kendimizi daha iyi tanımamız ve sağlıklı ilişkiler kurmamız açısından kritik öneme sahiptir.
İnanç kalıpları, bireyin kendisiyle, diğer insanlarla ve dünyayla ilgili temel düşünce yapılarıdır. Erken çocuklukta oluşan bu kalıplar, zamanla otomatik hale gelerek yaşamımızı şekillendiren birer filtre gibi işlev görür. Örneğin, “Ben sevilmeye layık değilim” inancına sahip biri, olumlu ilişkiler kurmayı hak etmediğine inanabilir ve kendini yalnızlığa itebilir. Bu kalıplar, davranışlarımızı, seçimlerimizi ve hayattan beklentilerimizi etkiler. Bazıları işlevsel olurken, bazıları ise ruh sağlığımızı olumsuz yönde etkileyen, bizi sınırlayan ve zarar veren kalıplar haline gelir.
Aileden aktarılan inanç kalıplarının oluşumunda birkaç önemli unsur vardır. İlk olarak, ebeveynlerin sıkça tekrarladığı sözler çocuğun iç sesi haline gelir. “Ağlama, güçlü ol”, “Herkes ne der?”, “Sana güvenmiyorum” gibi ifadeler, çocuğun duygularını bastırmasına, kendini yetersiz hissetmesine ve dış onaya bağımlı hale gelmesine yol açabilir. Bu mesajlar tekrarlandıkça çocuk, bu sözlerin mutlak gerçek olduğuna inanır.
İkinci olarak, ebeveynlerin davranışları kelimelerden bile daha güçlü bir etkendir. Sürekli eleştirilen veya duygularını ifade etmesine izin verilmeyen çocuk, kendini değersiz hissedebilir ve ihtiyaçlarını görmezden gelmeyi öğrenebilir. Aşırı koruyucu veya kaygılı ebeveyn tutumları ise çocuğun dünyayı tehditkâr ve güvensiz bir yer olarak algılamasına neden olabilir.
Üçüncü unsur ise ailenin duygusal atmosferidir. Sözlü olarak dile getirilmese bile bastırılmış öfke, ifade edilmeyen üzüntü ya da aşırı yüksek beklentiler, çocukta kaygı, suçluluk ve değersizlik gibi duygusal kalıpların oluşmasına zemin hazırlar. Bu durum, çocuğun kendi duygularını tanımlamasını ve ifade etmesini zorlaştırabilir.
Son olarak, inanç kalıpları sadece ebeveynlerden değil, onların da ebeveynlerinden devraldığı psikolojik örüntüler aracılığıyla kuşaklar boyunca aktarılır. Böylece çocuk, ailesinin henüz çözümleyemediği geçmiş travmaların etkisini de taşır. Bazı duygusal yüklerin, bireye ait olmayan ama kuşaklararası travma izleri olduğu düşünülebilir. Bu yüzden “Sanki bana ait olmayan bir acıyı yaşıyorum” hissi sıkça deneyimlenir.
Bu kalıplar, bireyin yaşamının birçok alanında kendini gösterir. İlişkilerde bağlanma sorunları, bağımlı ya da kaçınan ilişki modelleri ortaya çıkabilir. İş hayatında mükemmeliyetçilik, başarısızlık korkusu ve sürekli onay arayışı görülebilir. Kendilik algısında değersizlik, suçluluk ve yetersizlik duyguları hâkim olabilir. Duygusal yaşamda ise sebebi anlaşılamayan öfke, kaygı ve huzursuzluk hali yaşanabilir. Bu inanç kalıpları genellikle bilinç dışı işleyiş gösterir ve kişinin benzer olumsuz döngüleri tekrar tekrar yaşamasına yol açar. İnsan “Neden hep aynı sorunlarla karşılaşıyorum?” diye sorguladığında, cevabı genellikle çocuklukta şekillenen bu kalıpların izinde bulur.
Ancak, tüm bu kalıplar fark edildiğinde ve üzerine bilinçli şekilde çalışıldığında dönüşüm mümkündür. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Şema Terapi gibi psikoterapi yöntemleri, bireyin bu inançları sorgulamasına, onlara meydan okumasına ve daha işlevsel düşünce biçimleri geliştirmesine olanak tanır. Ayrıca içsel çocukla çalışmak, meditasyon ve farkındalık temelli yaklaşımlar, bireyin geçmiş deneyimlerine yeni anlamlar yüklemesini sağlar. Kuşaklararası travmaya odaklanan terapi yöntemleri ise uzun yıllardır çözümlenemeyen travmatik kalıpların kırılmasına yardımcı olur. Bu sayede kişi, geçmişine farklı bir gözle bakabilir, acı veren deneyimlerle yeni bir ilişki kurabilir ve taşıdığı duygusal yükleri yavaş yavaş bırakabilir.
Sonuç olarak, ailemiz bize sadece genetik özelliklerimizi değil, aynı zamanda düşünce kalıplarımızı, duygusal tepkilerimizi ve ilişki kurma biçimlerimizi de miras bırakır. Ancak bu miras, fark edilip dönüştürülmediği sürece bizi sınırlar ve yaşam kalitemizi düşürür. İçimizdeki sesleri yeniden duymak ve onları dönüştürmek, bizi onlara esir olmaktan kurtarır. Kendi iç sesimizi dinlemek ve anlamak, yaşamımıza yön verme gücünü tekrar elimize almamıza olanak tanır. Böylece geçmişimizin gölgesinde değil, kendi bilinçli tercihlerimizle şekillenen bir yaşam sürebiliriz.
Kaynakça
- Beck, J. S. (2011). Bilişsel terapi: Temel ilkeler ve ötesi (Çev. N. Hisli Şahin). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.
- Beck, J. S. (2011). Cognitive behavior therapy: Basics and beyond (2nd ed.). New York: Guilford Press.
- Siegel, D. J., & Hartzell, M. (2003). Parenting from the inside out: How a deeper self-understanding can help you raise children who thrive. New York: TarcherPerigee.
- Wolynn, M. (2016). It didn’t start with you: How inherited family trauma shapes who we are and how to end the cycle. New York: Viking.
- Young, J. E., Klosko, J. S., & Weishaar, M. E. (2003). Schema therapy: A practitioner’s guide. New York: Guilford Press.
Çok açıklayıcı ve bir çırpıda, ilgiyle okunası bir aydınlatma yazısı olmuş. Teşekkürler
Degerli yorumunuz icin teşekkürler ..
Yazıda belirtildiği gibi inanç kalıpları bizlerin üzerinde oluşturduğu baskı bakış ve inanış (bu yada şu gibi olmalı) hayaıtımızı yönetmeye devam etmektedir. Oysaki insan psikolojisini anlamak için yazıda da değinildiği gibi kendi iç sesimizi doğru anlamamız gerekir.
Böyle güzel bir yazı için Psikolog SEVGİN MİHRİBAN KOCA ya üstün başarılar dilerim. Yolu Bahtı ŞANSI açık olsun. Sevgiler
Degerli yorumunuz icin teşekkürler ..