Yas, çoğu zaman sadece bir hüzün fırtınası, acı dolu bir geçiş süreci ya da inkârdan kabule uzanan doğrusal bir yolculuk gibi betimlenir. Ancak nörobilimdeki son bulgular, bu deneyimi daha derin ve çok boyutlu bir şekilde anlamamıza olanak tanıyor: Yas sadece acıdan ibaret değil; aynı zamanda özlemle, motivasyonla ve sevginin zamanla silinmeyen varlığıyla ilgilidir.
Temelinde yas, kayba verilen doğal bir tepkidir ve duygusal, bilişsel, fiziksel, davranışsal ve hatta ruhsal yönlerimizi etkileyebilir. Yalnızca bir kişiyi değil, bir ilişkiyi, kimliği, geleceği ya da alışık olduğumuz bir yaşam biçimini de yitirdiğimizde yas tutarız. Peki beyin, bu kadar derin bir duygusal deneyim sırasında ne yapar?
Beyinde Yası Haritalamak
Nörobilim, yası sadece duygusal bir acı değil; aynı zamanda bir özlem, motivasyon ve öğrenme süreci olarak tanımlar. Yas, beynin iç haritasını yeniden düzenleyen, acı verici ama gerekli bir yeniden yapılanmadır. Yaygın inanışın aksine, beyin kaybı “atlatmaz.” Onun yerine, sevilen birinin yokluğunu sistemine entegre edecek şekilde bağlantılarını yeniden kurar.
Yas, hem duygusal acıyla ilişkili hem de ödül sistemiyle bağlantılı beyin bölgelerini harekete geçirir. Bu bölgelerden biri, dopamin açısından zengin olan ve beynin ödül sisteminin merkezi kabul edilen nucleus accumbens’tir. Araştırmalar, tüm yas tutan bireylerde acıya dair beyin aktivitesinin görüldüğünü, ancak uzamış veya karmaşık yas yaşayan kişilerde, kayıplarını hatırladıklarında nucleus accumbens’in de yoğun şekilde aktive olduğunu gösteriyor (O’Connor ve ark., 2008). Bu hatırlatmalar rahatlama yerine güçlü bir özlem ve arzu duygusu yaratıyor; bu da beynin yas sürecinde sıkışıp kalmasına ve ilerlemenin zorlaşmasına neden olabiliyor.
Bunu, uçsuz bucaksız bir çölde yürürken aniden uzakta parlayan bir su yansıması görmek gibi hayal edin. Kalbiniz umutla dolar, oraya doğru koşarsınız ama yaklaştığınızda bunun sadece sıcak kum olduğunu fark edersiniz. Bu görüntü tekrar tekrar belirir, siz de her seferinde peşinden gidersiniz. Yas, işte böyle hissettirebilir. Bu durum pasif bir keder değil; ulaşılamayan bir şeye duyulan aktif ve ısrarlı bir arzudur.
Kaybedilenle yeniden bağ kurma arzusu, gündelik yaşamda bizi harekete geçiren sistemlerle beslenir. Bu sistemin merkezinde dopamin yer alır. Dopamin yalnızca haz üretmekle kalmaz, aynı zamanda bir şeyi arzulamamızı, istememizi, peşinden gitmemizi sağlar. Yas sürecinde, bu sistem yeniden birleşmenin mümkün olmadığı koşullarda bile aktif kalır ve tatmin edilemeyen bir istek döngüsüne neden olur.
Aynı zamanda yas, bir öğrenme sürecidir. Beyin, kaybedilen kişinin ya da şeyin artık gerçekten var olmadığını kabullenmeye zamanla uyum sağlar. Bu, tekrar tekrar hatırlama, deneyimleme ve beynin bağlantılarında değişim gerektirir genellikle dalgalar halinde gerçekleşir ve geri dönüşlerle birlikte olur. Bilim insanları, yasın; kaybın gerçekleştiğini bilen bir bilinç ile, varlığı hâlâ canlı hissedilen anıların çatışması olduğunu öne sürer (O’Connor & Seeley, 2022). Bu içsel çelişki, yasın neden uzun sürebildiğini ve neden bazı insanlar için daha zorlayıcı olduğunu açıklayabilir.
Sonuç: Yas ile Yaşamak
Yas, hem karmaşık hem de evrensel bir insani deneyimdir. Ödül sistemi, motivasyon ve duygusal acıyla ilişkili birçok beyin bölgesi bu sürece dâhildir ve bu da yasın neden hem zorlayıcı hem de derin olduğunu açıklar. Beyin, bir kayıptan sonra unutmaktan çok, yoklukla yaşamayı öğrenmeye çalışır. Bu öğrenme süreci zaman, esneklik (nöroplastisite) ve tekrar gerektirir bu nedenle yas, genellikle doğrusal değil dalgalı bir seyir izler.
Bunu bilmek, hem kendimize hem de başkalarına karşı daha şefkatli olmamıza yardımcı olabilir. Yas “çözülmesi gereken” bir durum değil; onunla yaşamayı öğrenmemiz gereken bir deneyimdir. Zamanla ve destekle, beyin kaybın bıraktığı boşluğu silmeden, yeni anlamlara yer açmaya başlayabilir.
Öneriler: Yas Sürecinde Kendinize Şefkat Gösterin
Eğer şu anda yas sürecindeyseniz, bunun kayba verilen doğal bir yanıt olduğunu unutmayın. Yas “geçmesi gereken” bir hastalık değil; içinden geçilen, yaşanarak öğrenilen bir süreçtir. Zamanla, çoğu zaman beklenmedik dalgalar hâlinde gelişir. Beyniniz, sizin için derin anlam taşıyan bir kişinin, ilişkinin, kimliğin ya da yaşam biçiminin yokluğuna uyum sağlamaya çalışıyor. Bu uyum süreci bazen yavaş, çaba gerektiren ve duygusal olarak yoğun olabilir. Lütfen kendinize karşı şefkatli olun. Yas doğrusal değildir ve nasıl hissedilmesi gerektiğine dair tek bir doğru yoktur.
Hazır hissettiğinizde, beyninizin yeni yollar oluşturmasına yardımcı olacak ufak adımlarla hayatın içine tekrar dokunmayı deneyin. Bu, “devam etmek” ya da her şeyin yolunda olduğunu söylemek anlamına gelmez. Sadece, kaybın ardından oluşan boşlukta küçük ama anlamlı hareketlerle var olmaya çalışmak demektir. Bu bir köşeyi yeniden düzenlemek, hafif bir rutin oluşturmak, farklı bir yeri ziyaret etmek, yeni bir şey öğrenmek ya da biriyle tekrar bağ kurmak olabilir. Bu tür küçük yenilikler ve anlamlı anlar, beynin değişimi entegre etmesine yardımcı olur.
Amaç, kaybedileni unutmak ya da yerine bir şey koymak değil şu an var olanlara yavaşça yer açmak ve hâlâ mümkün olanlara göz kırpmaktır.
Kaynakça
- O’Connor, M.-F., & Seeley, S. H. (2022). Grieving as a form of learning: Insights from neuroscience applied to grief and loss. Current Opinion in Psychology, 43(43), 317–322. https://doi.org/10.1016/j.copsyc.2021.08.019
- O’Connor, M.-F., Wellisch, D. K., Stanton, A. L., Eisenberger, N. I., Irwin, M. R., & Lieberman, M. D. (2008). Craving love? Enduring grief activates brain’s reward center. NeuroImage, 42(2), 969–972. https://doi.org/10.1016/j.neuroimage.2008.04.256
- O’Connor, M.-F. (2022). The Grieving Brain.