Kaygı, bireyin iç dünyasında başlayıp tüm yaşantısına nüfuz edebilen güçlü bir duygudur. Ancak çoğu zaman gözden kaçan gerçek, kaygının yalnızca kişisel bir deneyim değil, aynı zamanda çevresel olarak da yayılabilen bir durum olduğudur. Özellikle aile sistemi içinde kaygı bulaşıcılığı, neredeyse görünmez bir virüs gibi dolaşabilir; bir bireyde filizlenen anksiyete, farkında olmadan tüm aile bireylerine sirayet edebilir. Peki, bu geçiş nasıl olur? Hangi aile dinamikleri kaygı bulaşıcılığını besler? Bu yazıda, aile içi ilişkilerde anksiyetenin nasıl yayıldığını ve bu döngünün nasıl kırılabileceğini ele alacağız.
Aile: Kaygının Taşındığı En Yakın Sistem
Aile, bireyin ilk sosyal deneyimlerini yaşadığı, duygu düzenleme becerilerini öğrendiği temel yapıdır. Dolayısıyla, kaygı da çoğunlukla burada şekillenmeye başlar. Anne-babanın duygularla kurduğu ilişki, çocuğun hem kendi duygularını tanımasında hem de onlara nasıl yanıt vereceğini öğrenmesinde belirleyici olur. Sürekli tedirgin, kontrolcü ya da aşırı koruyucu ebeveyn figürleri, çocuğa dış dünyanın tehditkâr olduğu yönünde bir mesaj verebilir.
Burada bahsi geçen kaygı bulaşıcılığı, yalnızca bir davranış biçiminin taklit edilmesi değildir. Aile içinde bir bireyin hissettiği sürekli kaygı hali, diğer bireylerin sinir sistemlerini de tetikler. Bu nörobiyolojik etkileşim, duygusal bulaşma kavramıyla açıklanabilir. Hatfield, Cacioppo ve Rapson (1994), duyguların sosyal ilişkiler aracılığıyla nasıl yayıldığını gösteren çalışmalarında, özellikle yakın ilişkilerde bu etkinin çok daha güçlü olduğunu vurgular.
Anksiyetenin Kuşaktan Kuşağa Aktarımı
Aile içindeki kaygı yalnızca bir kuşakta kalmaz; duygusal kalıplar bilinç dışı bir şekilde sonraki nesillere aktarılır. Transjenerasyonel aktarım dediğimiz bu süreç, ebeveynin çocukluk travmalarını ya da güvensizliklerini farkında olmadan çocuğa yansıtmasıyla işler. Örneğin, savaş sonrası büyüyen bir ebeveynin güvenlikle ilgili aşırı hassasiyeti, çocuğunda da sürekli tetikte olma hali yaratabilir. Bu da çocuğun kendi yaşamında dünyayı daha tehditkâr, insanları daha az güvenilir görmesine neden olur.
Bowen’ın aile sistemleri kuramı da bu noktada açıklayıcıdır. Bowen (1978), bir aile bireyinin yaşadığı yüksek kaygının tüm sistem üzerinde stres yarattığını ve bu stresin başka üyelerde de belirtiler oluşturduğunu söyler. Yani bir bireyin kaygısı izole bir durum değildir; aile sistemindeki herkesin işleyişini etkiler.
Aile İçi Roller ve Kaygının Taşınması
Bazı aile yapılarında çocuk, istemeden ebeveyn rolünü üstlenebilir. Özellikle duygusal olarak yeterince olgunlaşmamış ebeveynlerin olduğu ailelerde çocuk, “duygusal ebeveynlik” (parentification) yaşar. Bu durumda çocuk, ailenin duygusal dengesini sağlamak için erken yaşta yük alır. Kaygı bulaşıcılığı burada sadece bulaşmakla kalmaz, aynı zamanda çocuğun kimliğine işlenir.
Bu tür roller, çocukların kendi benlik gelişimlerini sekteye uğratabilir. Çocuk, kendi ihtiyaçlarını bastırarak sürekli başkalarının ruh haline göre davranmayı öğrenir. Bu da ilerleyen yaşlarda ilişkilerde sınır koyamama, kendilik değeriyle ilgili sorunlar ve yaygın anksiyete bozukluklarına zemin hazırlar.
Pandemi Dönemi: Kaygının Ailedeki Bulaşıcılığına Güncel Bir Örnek
COVID-19 pandemisi, dünya genelinde kaygı bulaşıcılığının kitlesel düzeyde yaşandığı nadir dönemlerden biri oldu. Bu dönemde yapılan çalışmalar, ebeveynlerin kaygı düzeylerinin çocukların psikolojik sağlığı üzerinde doğrudan etkili olduğunu gösterdi. Örneğin, Liu ve arkadaşlarının (2020) çalışmasında, yüksek ebeveyn kaygısı düzeylerinin çocuklarda da artmış kaygı belirtileriyle ilişkili olduğu saptandı. Bu, kaygının sadece sözlerle değil, beden dili, mimikler ve gündelik davranışlarla da geçtiğini gösteren önemli bir örnektir.
Kaygı Döngüsünü Nasıl Kırabiliriz?
Bu kadar güçlü bir etkiye sahip olan kaygı bulaşıcılığı karşısında atılabilecek ilk adım, farkındalıktır. Aile üyelerinin duygusal tepkilerini gözlemlemesi, neyin kimden kaynaklandığını anlaması ve sorumluluğu paylaşması önemlidir. Bu noktada psikoterapi, hem bireysel hem de aile düzeyinde işlevsel bir müdahale alanı sunar.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) teknikleriyle bireyler düşünce kalıplarını sorgularken, Şema Terapi ya da Aile Terapisi gibi yaklaşımlar da köklü duygusal örüntüleri keşfetmeye ve dönüştürmeye olanak tanır. Aynı zamanda aile içinde açık iletişim, duyguları bastırmadan ama birbirini suçlamadan ifade etmek, bu döngüyü yavaşlatmak için güçlü bir araçtır.
Sonuç: Fark Et, Yüzleş, Dönüştür
Kaygı, hayatın doğal bir parçasıdır. Ancak onun kaygı bulaşıcılığı etkisini fark etmediğimizde, bireysel bir yük olmaktan çıkar ve tüm sistemin dengesini bozar. Özellikle aile içinde, kaygı bulaşıcılığı’nın nasıl yayıldığını görmek ve bu döngüye bilinçle yaklaşmak; hem kendi duygusal sağlığımız hem de bizden sonraki nesiller için güçlü bir adım olacaktır. Unutmayalım: Kaygı bulaşıcılığı bulaşıcıdır, ama farkındalık da öyledir.
Kaynakça
Bowen, M. (1978). Family therapy in clinical practice. New York: Jason Aronson.
Hatfield, E., Cacioppo, J. T., & Rapson, R. L. (1994). Emotional contagion. Cambridge University Press.
Liu, J. J. W., Bao, Y., Huang, X., Shi, J., & Lu, L. (2020). Mental health considerations for children quarantined because of COVID-19. The Lancet Child & Adolescent Health, 4(5), 347-349. https://doi.org/10.1016/S2352-4642(20)30096-1