Öjeni, insan eliyle yine insanın genetik yapısına, gelecek jenerasyonları kontrol ederek yapılan müdahaleleri kapsar. Öjeni kavramını ilk defa ortaya atan kişi Francis Galton, Yunanca Eu-genes (iyi doğan) kelimesinden türetmiştir. Galton, öjeni kavramını insanlığın gelişimi namına ırkının genetik temizlenmesi yoluyla gerçekleştirilmesi olarak ortaya koyar. Bu kavramın doğuşu beraberinde tartışmaları da getirmiştir. Tarih boyunca kendi ırkına karşı şiddet eğilimini her fırsatta gösteren insanların; düşman ırk, göçmenler veya toplumun alt kesimlerine karşı yıkıcı duygularını bilimsel bir kavramda oturtabilmesi şansı, dönemin liberal aristokratları tarafından fazlasıyla sahiplenilmişti. Asıl tehlike ise 20. yüzyılın başlamasıyla bunun bir ideoloji halini alıp, yöneticilerin ideal toplum yaratma ajandalarına ulaşmak gibi yüce ideallerin kılıfına sokulduğunda, nüfus kontrol merkezleri aracılığıyla belirli grupların kısırlaştırılmasıyla başlayıp 2. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sının soykırımında tavanını göstermiştir.
Darwin’in Türlerin Kökeni kitabı, insanlık tarihinin dönüm noktalarından biri olmuştur. Kitap baştan sona doğaya bir övgü niteliğinde olup, uzun süreçte varlığını sürdürmek uğruna canlıların jenerasyonlar içindeki değişimi incelenmiştir. Değişimi kesin bir dille fiziksel güçten ve zekâdan uzaklaştırıp, çevresine en iyi adapte olana ait bir avantaj olarak tanımlamıştır. Avantaj kavramı burada önemli çünkü doğal seçilimin görünmesi veya ölçülebilmesi, canlıların on binlerce yıl alan doğayla mücadelesiyle ortaya çıkar. Bu sebeple, öjeni kavramının yaratıcısı kuzeni Francis Galton, kendisine genetik seçilimin insan eliyle gerçekleşebileceği fikriyle geldiğinde, bunu net bir dille reddetmiştir. Ama maalesef inancını doğanın kurallarına bağlayan Darwin, ne Francis Galton’un ne de sonrasında kuramını Sosyal Darwinizm ve Nasyonal Sosyalizm gibi insanlık tarihinin en utanç verici uygulamalarına sebep olan ideolojilere kaynak olmasının önüne geçememiştir.
İnsan, varlığını sürdürebilmek için kaynak tüketip doğada kendine bir alan açmalıdır. Bu eğilim, eşlikçi duygu ve düşünceleri gerekli kılar. Üstünlük duygusu, hayatta kalma içgüdüsünün sistematik aksiyon alabilmesi için gerekli duyguların başında geliyor. Hayatta kalma içgüdüsü ise uzun zamandır bireyin fiziksel yaşamını sürdürmeye yönelik uğraşların çok üstüne çıkmıştır. İnsanlar, kendi ölümünün kesinliği karşısında güçsüzlüğünü kabul etmek yerine, sembolik (kültürel, inanç) sürekliliğini yapılandırmaya çalışmıştır. Tabii ki ölümünden sonra ruhunun sonsuzlukta varlığını sürdürmeye devam edeceğine dair iyi niyetli yapıdan bahsetmiyoruz. Varlığının somutluğunu tek hissedebildiği dünyada, görüntüsü, inancı, değerleri ve ait olduğu sınıf veya grubun varlığını sürdürmesiyle teselli aramanın tehlikeli yürüyüşü bu. Öjeni’nin bu tanımlamaya sığamayacağını belirtmemiz gerekiyor çünkü öjeni’nin pozitif ve negatif iki çıkıntısı bulunmaktadır. Evlilik ve doğumların kontrol altına alınıp, genetik faktörler göz önünde bulundurularak sağlıklı ve topluma faydalı bireylerin gelecek jenerasyonları oluşturması, pozitif öjeni’nin temelidir. Negatif öjeni ise insanlığın ıslahı için bireysel ve toplumsal elenmelerin gerekliliğini savunur. Hiç kuşkusuz bu düşüncelerin toplumda geniş yer bulması, ırkçılık ve milliyetçiliğin katkılarıyla oluşmuştur. Hâlihazırda toplumda yerinin olmadığına inandığı grupların silinmesini istemek gibi radikal düşünceler, bireysel bazda aksiyonla birleştiğinde yasaları çiğneyip yaptırımlarla karşılaşacağının farkında olan insan, bu saldırıyı geniş kitlelerce sahiplenilen bir harekete dönüştürmüştür. Makyavelist bir tavırla güçlü insan-güçlü toplum ideasına ulaşmak için suçluların, akıl hastalığı olanların veya huzuru bozan kişilerin ayıklanması için kısırlaştırılması ve öldürülmesi, toplum tarafından sahiplenildi.
Yüksek topluma yakışmayacak alçak ve zayıf kişilerin elenmesiyle tamamen sağlıklı bir insanoğluna ulaşma amacına sahip bireyin, iyi ihtimalle 80 yıl yaşayacak olması, öjeni konusunda atılabilecek radikal adımların bile pozitif sonuçlarına yaşamı içerisinde tanık olmasını imkânsız kılar. Bu düşüncenin altruizm gömleğiyle sarılmasını görmezden gelmek, insan doğasına belli bir oranda yabancı olmayı gerektirir. Üstünlük ihtiyacımızın farkında olmak ise öjeni uygulamalarına verilen her onay oyunun bireysel ihtiyaçların ürünü olduğunu görülmesini sağlar. Bireysel ihtiyaç; kişinin eksikliğini kapatma arzusudur. Buradan hareket ederek, bireylerin öjeniyle kurtulmak istediği kişiler, kendilerinde zayıf, eksik, çirkin yönleri anımsatan uyarıcılar olarak görebiliriz. Ortadan kaldırmak istediği, kendi zayıflığıdır. Utanır bu yönlerinden, kimse görmesin ister. Değiştirmek için de çok uğraşır. Fiziksel ve bilişsel müdahalelerle ideal insanın görüntüsüne uydurmaya çalışır kendini. Eksik ve çirkinliğine dair hissettiği utanç, kişiyi kusurlu gördüğü taraflarını gizlemeye ve temsilinden uzaklaşmaya götürür. Uzaklığın en ucuna gitmek ve bunu da kendine ve çevresindekilere göstermek isterken, öznesi olmaktan korktuğu tanımlamalara düşman olmak, duygusal kanıtlama biçimidir. Bu gizil amaçla yaşayan bireyin kendine düşman olmasını kaçınılmaz bir sonuç veya tüm meseleyi başlatan içgüdü olarak görebiliriz.