Psikoterapiye adım atan birçok danışanın kafasında benzer bir beklenti vardır: “İyi hissetmek.” Oysa çoğu zaman terapinin ilk duraklarından biri, hiç de öyle hissettirmeyebilir. Tam da bu noktada sıkça karşılaştığım o soruyu hatırlatmak isterim: “İyileşmeye geldim ama kendimi daha kötü hissediyorum. Neden?”
Bu soru ilk duyulduğunda tedirgin edici olabilir. Bir şeylerin yanlış gittiği hissidir. Hatta bazen terapiye dair umutların bile sarsılmasına neden olur. Ama işin gerçeği şu: Psikolojik iyileşme düz bir çizgi değil, tam aksine kıvrımlı, inişli çıkışlı ve çoğu zaman karanlık dönemeçlerden geçilerek ulaşılan bir süreçtir.
Danışan, yardım almak için çıktığı bu yolda neden bir anda daha fazla ağladığını, daha çok hatırladığını, daha karmaşık hissettiğini anlamlandıramaz. Bu yazının amacı tam da bu noktada devreye giriyor. İyileşme sürecinin her zaman doğrusal ilerlemediğini, hatta zaman zaman “kötüleşme” gibi görünen sarsıntıların terapötik gelişimin ta kendisi olabileceğini anlatmak.
Hayır, yanlış giden bir şey yok. Aksine, belki de tam olarak olması gereken şey oluyor. Bu yazımda paradoksal görünen bu durumu ele alacağım.
Regresyon Nedir? Neden Olur?
Psikanalitik kuramın önemli kavramlarından biri olan regresyon, bireyin gelişimsel olarak daha önceki bir evreye geri dönmesidir. Bu, gerçek anlamda çocuklaşmak değildir ama kişi duygusal olarak geçmişteki bir benliğe yaklaşır.
Freud’a göre regresyon, ruhsal aygıtın dışsal ya da içsel bir tehdit karşısında daha ilkel bir işleyiş düzeyine çekilmesidir. Bu durum, bireyin gelişimin önceki evrelerine geçici bir dönüş yapması anlamına gelir ve çoğu zaman bir savunma mekanizması olarak işler. Ancak Freud’dan sonra gelen bazı psikanalitik kuramcılar, özellikle nesne ilişkileri ekolünden Melanie Klein ve Winnicott gibi isimler, regresyonun yalnızca bir savunma değil, aynı zamanda iyileşme için bir fırsat olabileceğini öne sürmüştür. Bu çerçevede regresyon, kişinin bastırılmış duygusal yaşantılarla yeniden temasa geçmesine ve onları dönüştürmesine alan açabilir.
Yetişkin zihin, terapide güvenli bir alan bulduğunda çocukluk çağındaki deneyimlerine, duygusal hafızasına ve o dönemlerde yaşadığı olaylara geri dönebilir. Bu durum, bedensel tepkiler, çocuksu davranışlar veya o dönemlere ait yoğun duygusal patlamalar şeklinde kendini gösterebilir. Bir danışan, yetişkin yaşında ve seans sırasında, bir anda çocukken hissettiği terk edilmişlik duygusunu yeniden deneyimleyebilir. Yetişkin bir bedenin içinde çaresiz bir çocuğun sesi duyulmaya başlanabilir. Bu durum danışan için zorlayıcı olabilir ama aynı zamanda çok değerlidir. Çünkü bu duygular, çoğunlukla uzun zamandır bastırılmış, görülmemiş, duyulmamış parçalardır. Bunların terapide yüzeye çıkması, onlarla nihayet ilgilenilebileceği anlamına gelmektedir.
Regresyon neden yaşanır? Çünkü terapi sürecinde savunma mekanizmalarımız gevşemeye başlar. Yıllarca bastırdığımız, görmezden geldiğimiz veya uzak durduğumuz duygular, anılar ve yaşantılar, bu savunmalar zayıfladıkça yüzeye çıkmaya başlar. Bu durum, bazen bizi koruyan bir duvarın yıkılması gibidir ve içeride saklı kalan her şey birden dışarı taşar. Bu şekilde, terapide çalışılabilecek konular haline gelebilir.
Terapide “Kötüleşmek”: Görünmeyeni Görmek
Terapi seanslarından sonra artan ağlamalar, beklenmedik kaygı artışları, içsel boşluk hissi veya geçmiş travmalara dair canlanan imgeler… Bunların tümü, içeride uzun süre sessizce bekleyen malzemenin artık görünür olduğunun işaretleridir. Bilinç dışının gündeme çağrılması kolay bir deneyim değildir. Terapide çalışmak, sadece konuşmaktan ibaret değildir. Zihnin yeniden düzenlenmesini, duyguların yeniden yaşanmasını ve anlamlandırılmasını içermektedir.
Bir an için şöyle düşünün: Uzun süredir karanlık bir odada duran, üstü örtülü bir sandık var. Bu sandığı açmaya karar verdiğinizde, tozun sizi boğması normaldir. Ama o toz kalkmadan ne olduğunu göremezsiniz. İşte terapide yaşanan bu “geçici kötüleşme” tam da budur. Kişi, bu evrede bazen kendini darmadağın hisseder. İçeride uzun zamandır bastırılmış olanın dışarı çıkması, içsel sistemi sarsar. Ama sarsılmak, çöküş anlamına gelmez. Bu durum, sistemin yeniden yapılanmak üzere dağılmasıdır.
Terapötik Alanın Tutuculuğu
İşte burada terapistin taşıyıcılığı devreye girer. Winnicott’ın “holding” kavramı, bu süreci anlamak için çok değerli bir çerçeve sunar. Terapist, tıpkı bir ebeveynin ağlayan bir çocuğu kucaklaması gibi, danışanının regrese halini yargılamadan, anlamaya çalışarak ve duygusal olarak kapsayarak karşılar. Bu taşıyıcılık, danışanın yeniden yapılanma sürecinde içsel bir zemin oluşturur. Danışan, terapötik bağlamda yeterince tutulduğunu (holding) hissettiğinde, bu sahte yapıları terk ederek daha ham ve daha kırılgan yönlerini ortaya çıkarabilir. İşte bu alan oluştuğunda, regresyon bir gerileme değil, bir onarım fırsatı haline gelir.
Zihinsel Yeniden Yapılanma
Zihinsel ve duygusal yapılar, bazen yıllarca savunma mekanizmalarıyla ayakta kalır. Bu savunmalar kırıldığında, kişi bir “çöküş” yaşadığını düşünebilir. Ancak bu kırılma olmadan yeniden yapılanma mümkün değildir. Terapideki bu geçici sarsıntılar, bir inşaatın temel kazısı gibidir: Önce yıkılır, sonra sağlam bir zeminle yeniden kurulur.
Danışanın zihinsel organizasyonu yeni bir düzene geçerken, belirsizlik, huzursuzluk, kararsızlık gibi hisler de doğal olarak artar. Ancak bu belirsizlik, kaostan değil, dönüşümden kaynaklanır ve dönüşüm her zaman biraz dağınıktır. Bu durum, terapinin işe yaramadığını değil, derinleşmeye başladığını gösterir.
Karanlıktan Geçerek Işığa
İyileşme, bazen en karanlık yerlere girme cesaretini gösterebilmektir. “Kendimi kötü hissediyorum” demek, terapi işe yaramıyor anlamına gelmeyebilir. Aksine, bu kötü hisler, uzun zamandır kapalı kalan duyguların açılmaya başladığını, geçmişin bugünkü benliğe temas ettiğini gösteriyor olabilir.
Terapötik sürece güvenmek, sadece iyi hissettiğimiz anlarda değil, içsel olarak kötü hissettiğimiz zamanlarda da devam edebilmeyi gerektirir. Çünkü bazen iyileşmenin yolu, tam da bu kötü hissedilen zamanların içinden geçer. Belki de iyileşme, sadece mutlu olmak değil, karanlıkla birlikte var olmayı öğrenmektir. Kötü hissediyor olmak, mutlaka geri gidildiği anlamına gelmez. Tam tersine, duyguların yüzeye çıkması ve artık onların inkar edilmediği anlamına gelir.
Ruhsal dönüşüm kolay değildir. Ama eğer bir yerler ağrıyorsa, orası artık hissediliyordur. Böylece hissedilen her şey, dönüştürülmeye hazır demektir.
Son Söz: İyileşme Sürecine Güvenin
Eğer bir terapi sürecindeyseniz ve kendinizi eskisinden daha kötü hissediyorsanız, bunun geçici olduğunu ve büyük olasılıkla iyileşme sürecinizin doğal bir parçası olduğunu hatırlayın. Terapistinizle bu duyguları paylaşın ve sürecin zorlu kısımlarında ondan destek isteyebileceğinizi bilin.
Unutmayalım ki; iyileşmek için bazen önce kırılmak gerekir. Çünkü en derin karanlıktan geçenler, ışığın değerini en iyi bilenlerdir…
Bir sonraki yazıda, ruhsal dünyamıza dair başka bir başlıkla yeniden görüşmek dileğiyle.