“Bir ilişkide ne kadar uyum çok fazladır?”
“Sürekli huzur ararken, aslında kendimizi mi kaybediyoruz?”
“Partnerimizle hep aynı fikirde olmalı mıyız, yoksa bazen farklı düşünmek de sevgiyi büyütür mü?”
Günümüz ilişkilerinde birçok kişi, mükemmel dengeyi korumaya çalışıyor. Hiç tartışmamak, hep anlaşmak, aynı anda aynı duyguda olmak… Ama belki de aşkın yorgunluğu tam da burada başlıyor: Sürekli uyum sağlamaya çalışırken, kendimizi tüketiyoruz.
Modern Aşkın Görünmez Baskısı
Sosyal medya çağında herkes ilişkisini vitrine koyuyor. Mutlu anlar, kahkahalar, yıl dönümü pozları…
Bu görüntüler, sanki “ideal ilişkinin” tanımıymış gibi karşımıza çıkıyor. Oysa perde arkasında çoğu çift, bu görünmeyen standarda yetişmeye çalışırken tükeniyor.
Psikoloji bu durumu “ilişkisel mükemmeliyetçilik” olarak tanımlar. Yani “her şey mükemmel olmalı” düşüncesi, ilişkiyi güçlendirmek yerine baskı yaratır.
Sürekli “Bizde bir sorun mu var?” diye düşünen zihin, ilişkiden keyif alamaz hale gelir. Çünkü artık sevmenin yerine, ilişkiyi sürekli düzeltme çabası geçmiştir.
Günümüz iletişimi çoğu zaman yüz yüze konuşmalardan çok ekranlar üzerinden yürüyor. Emojiler, kısa mesajlar ve anlık yanıt beklentileri, duygusal derinliği zayıflatabiliyor. Partnerimizin yüz ifadesini, ses tonunu duymadan kurduğumuz bu iletişim, bazen gerçek yakınlığın yerini dijital bir yankı odasına bırakıyor.
Bağlanma Yorgunluğu: Her Şeyi Çözmeye Çalışmanın Bedeli
Bağlanma kuramına göre (Bowlby ve Ainsworth), insanların ilişki biçimleri erken dönem deneyimlerle şekillenir.
Bazı insanlar ilişkide güvenlidir; bazıları ise kaygılı ya da kaçınmacı bağlanma eğilimindedir.
Kaygılı bağlanan birey, partneriyle tam uyum içinde olmayı güvenin şartı sanır.
Bu da her farklılıkta alarm haline geçmesine yol açar:
“O artık beni sevmiyor mu?”
“Aramız açılıyor mu?”
Bu düşünceler ilişkiyi bir zihin oyununa çevirir. Zamanla bu tetikte olma hali, “bağlanma yorgunluğu” dediğimiz bir tükenmişliğe dönüşür. Kişi artık sadece ilişkisini sürdürmek için değil, ilişkiyi “sorunsuz” göstermek için de enerji harcar.
Oysa hiçbir ilişki sorunsuz değildir, tıpkı insanların kusursuz olmadığı gibi.
Gerçek Uyum: Aynı Olmak Değil, Birlikte Esneyebilmek
Psikolojik açıdan uyum, iki kişinin aynı düşünmesi değil, farklı düşündüklerinde bile bağlarını koruyabilmeleridir.
Gerçek uyum, “her zaman mutlu olmak” değil; zorlandığınızda bile “birlikte kalabilmek”tir.
İlişkinin doğası gereği zamanla beklentiler, değerler ve hedefler değişir.
Susan Johnson’ın duygusal odaklı terapi yaklaşımına göre:
“Bir ilişkide yakınlık, krizsiz anlarda değil; krizleri birlikte aşma biçiminde oluşur.”
Yani uyum, sükûnet değil, dayanıklılıktır.
Kendini Kaybetmeden Birlikte Olmak
Sürekli uyum sağlamaya çalışan birey, çoğu zaman kendi duygularını bastırır. “Bozmayayım” diye sustukça içten içe uzaklaşır.
Psikolojide bu, “ilişkisel özkaybı” olarak tanımlanır. Bir süre sonra kişi, “biz”in içinde “ben”i kaybeder.
Oysa sağlıklı bir ilişkide benlik sınırları net, iletişim şeffaf ve empati çift yönlüdür.
Bu noktada özşefkat kavramı (Neff), ilişkilerde denge kurmak için önemli bir araçtır.
Kendine iyi davranabilen, duygusal ihtiyaçlarını fark eden kişi, partnerine de daha gerçek bir sevgiyle yaklaşabilir.
Çünkü kendini yok sayan biri, bir süre sonra sevgisini de yitirir.
Gerçek sevgi, kendini unutarak değil, kendini tanıyarak mümkündür.
İlişkide sınır koymak sevgisizliğin değil; sevginin daha olgun bir ifadesidir.
Aşkı Kurtaran Gerçeklik
Belki de modern çağda aşkın kurtuluşu kusursuzlukta değil, gerçekliktedir.
Aşkın sürdürülebilmesi, sürekli aynı frekansta kalmakla değil, birlikte değişebilmekle mümkündür.
Her ilişki dönem dönem zorlanır; ama bu, bitmesi gerektiği anlamına gelmez.
Aksine, büyüyen bir bağın doğal göstergesidir.
Kısacası:
Sürekli uyum uğruna benliğimizi tükettiğimizde geriye sessiz bir yorgunluk kalır.
Oysa aşk, sabit bir denge değil; sürekli yeniden kurulan, bazen zor ama daima canlı bir dengedir.
Ve belki de asıl uyum, birbirini tamamen anlamak değil; anlamaya devam etmeye gönüllü olmaktır.
Belki de aşk, iki insanın birbirine benzemeye çalışması değil; birbirinin değişimine yer açabilmesidir.
Kaynaklar
-
John Bowlby – Bağlanma Kuramı
-
Mary Ainsworth – Bağlanma Stilleri
-
Susan Johnson – Duygusal Odaklı Terapi
-
Kristin Neff – Özşefkat Kuramı


