Duyguların Sessiz ve Sözsüz Yansımaları
Çiftler arasındaki çatışmalar, her ilişkinin kaçınılmaz bir parçasıdır. Ancak bu çatışmalara verilen tepkiler, bireylerin cinsiyetleri ve toplumsal rolleri tarafından biçimlenir. “Küsen erkek” ve “suskun kadın” ifadeleri, bu farkların en çarpıcı yansımalarındandır.
Duyguların ifade ediliş biçimi yalnızca bireysel bir tercih değil, aynı zamanda öğrenilmiş bir davranıştır. Kültürel normlar, aile içi modeller ve toplumsal cinsiyet rolleri, erkeklerin ve kadınların duygularını nasıl dile getireceklerini belirlemede büyük rol oynar.
Bu nedenle bir taraf duygularını öfke, kırgınlık veya geri çekilme şeklinde yansıtırken; diğer taraf sessizlik, içe kapanma veya geri durma eğilimi gösterebilir.
Toplumsal algı genellikle erkekleri “mantıklı”, kadınları ise “duygusal” olarak tanımlar. Ancak bu genelleme, duyguların ifade biçimlerini sınırlayan kalıplar yaratır. Oysa duygusallık, sadece bir tarafın değil her iki cinsiyetin de ortak bir özelliğidir. Burada asıl fark, duyguların nasıl ve ne zaman dışa vurulduğudur.
Erkeklerin Küskünlüğü ve Kadınların Sessizliği
Erkeklerin küskünlüğü genellikle aktif bir tepki biçimidir. Bu davranış, öfkenin veya kırgınlığın dolaylı bir ifadesi olarak ortaya çıkar. Erkek, duygusal yüklenme yaşadığında bunu doğrudan dile getirmek yerine iletişimi kesebilir, soğuk davranabilir veya partnerinden uzaklaşabilir.
Smith ve Johnson’a (2022) göre bu durum, erkeklerin toplumsal olarak “güçlü” görünme zorunluluğundan kaynaklanır. Duygusal acizlik göstermek, erkeklik normlarıyla bağdaşmadığı için, küskünlük bir savunma biçimine dönüşür. Bu tür davranışlar kısa vadede kişisel sınırları koruma işlevi görse de uzun vadede iletişim kopukluklarına yol açabilir.
Kadınlarda ise suskunluk, görünürde pasif bir tepki olsa da duygusal açıdan oldukça yoğun bir süreçtir. Kadınlar genellikle ilişkilerde duygusal istikrarı sürdürme görevini üstlenir. Bu nedenle bir çatışma yaşandığında sessiz kalmayı, gerginliği artırmamak adına tercih ederler.
Brown (2021), suskunluğun kadınlarda yalnızca kırgınlığın değil aynı zamanda “kendini toparlama ve düşünme” sürecinin de göstergesi olduğunu vurgular. Bu davranış, kontrolü kaybetmeden duygusal dengeyi yeniden kazanma çabasıdır.
Toplumsal cinsiyet rolleri bu farkları pekiştirir. Erkeklerden güçlü, kararlı ve duygularını bastıran bireyler olmaları beklenirken, kadınlardan anlayışlı, sakin ve empatik olmaları istenir. Bu durum, bireylerin doğal duygusal eğilimlerini bastırmasına neden olabilir.
Erkekler kırgınlıklarını açıkça ifade etmek yerine küserken, kadınlar duygusal güvenliği korumak adına suskunluğu seçer. Ancak bu iki tepki biçimi sıklıkla yanlış anlamalara yol açar. Kadının sessizliği erkek tarafından ilgisizlik veya uzaklaşma olarak algılanabilir; erkeğin küskünlüğü ise kadın tarafından öfke veya cezalandırma girişimi şeklinde yorumlanabilir (Lee & Kim, 2020).
Küskünlük ve Suskunluğun İlişkilere Etkisi
Bu duygusal tepkiler, çiftlerin birbirini anlamasını zorlaştırabilir. İletişimin kesilmesi veya zayıflaması, duygusal bağın da zedelenmesine neden olur. Özellikle uzun süreli ilişkilerde bu sessiz ve küskün dönemler birikerek duygusal kopukluklara yol açar.
Küskün erkek, içsel olarak onaylanma ve anlaşılma isteği duyar; suskun kadın ise duygusal güvenli bir alan arar. Ancak her iki taraf da bu ihtiyaçlarını açık biçimde dile getirmediği sürece yanlış anlamalar artar ve çözüm giderek zorlaşır.
Psikolojik açıdan bakıldığında, bu durum “duygusal uzaklaşma döngüsü” olarak tanımlanabilir. Taraflardan biri geri çekildiğinde, diğeri savunmaya geçer veya daha fazla uzaklaşır. Bu da bir süre sonra iletişimi tamamen koparır.
Aile terapisi perspektifinden bakıldığında, bu döngünün farkına varılması ve duyguların daha doğrudan ifade edilmesi, ilişkilerde onarıcı bir etki yaratır (Brown, 2021).
Suskunluk ve küskünlük aynı zamanda geçmiş deneyimlerle de ilişkilidir. Çocukluk döneminde duygularını özgürce ifade edememiş bireyler, yetişkinlikte benzer durumlarda geri çekilme eğilimi gösterebilirler. Bu nedenle, ilişkilerdeki bu tür davranış kalıplarını anlamak yalnızca mevcut çatışmaları çözmek için değil, bireysel gelişimi desteklemek açısından da önemlidir.
Farkındalık ve Empatiyle Çatışmaları Yapıcı Hale Getirmek
“Küsen erkek” ve “suskun kadın” kalıpları, toplumsal cinsiyet rollerinin ilişkiler üzerindeki etkisini yansıtan önemli göstergelerdir. Ancak bu davranış biçimleri değiştirilebilir.
Farkındalık, çiftlerin bu kalıpları tanımasıyla başlar. Partnerin sessizliği veya küskünlüğü, kişisel bir saldırı olarak değil, duygusal bir savunma mekanizması olarak görülmelidir. Empati kurmak, çatışmanın büyümesini engeller ve duygusal iletişimi yeniden tesis eder.
Açık iletişim, bu sürecin temel anahtarıdır. Partnerler, duygularını suçlama veya eleştiri içermeden paylaşabildiklerinde, hem küskünlük hem de suskunluk etkisini kaybeder.
Terapötik yaklaşımlar da bu konuda rehberlik sağlar. Özellikle bilişsel-davranışçı terapi teknikleri, bireylerin duygu farkındalığını artırarak ilişkisel iletişimi güçlendirir. Bunun yanında, toplumsal cinsiyet rollerinin farkında olmak da önemlidir; çünkü birçok davranış, bireyin kendi seçimiymiş gibi görünse de aslında öğrenilmiş kalıpların ürünüdür.
Aile terapilerinde yapılan çalışmalar, çiftlerin birbirlerinin duygusal sınırlarına saygı gösterdiklerinde iletişimin yeniden kurulabildiğini ortaya koymaktadır. Empati geliştiren bireyler, karşısındakinin sessizliğini veya küskünlüğünü tehdit olarak değil, bir duygusal ihtiyaç sinyali olarak algılamayı öğrenir.
Bu farkındalık, ilişkilerde güvenin yeniden inşasını ve duygusal dayanıklılığın artmasını sağlar. Duygusal zekânın geliştirilmesi, özellikle çift ilişkilerinde sürdürülebilir bir bağın oluşmasında önemli bir araçtır.
Sonuç olarak, “küsen erkek” ve “suskun kadın” kalıpları değişmez yazgılar değildir. Empati, farkındalık ve sağlıklı iletişim alışkanlıklarıyla bu sessizlik duvarı aşılabilir. Her birey, duygularını özgürce ifade edebildiğinde, ilişkiler daha şeffaf, daha güvenli ve daha kalıcı bir hale gelir.
Ayrıca toplumsal düzeyde duyguların bastırılmadan kabul edilmesi, bireylerin hem kendileriyle hem de başkalarıyla daha sağlıklı bağlar kurmasına katkı sağlar. Böylelikle duygusal iletişim, sadece bireysel değil, kültürel bir dönüşümün de temelini oluşturur.
Kaynakça
-
Brown, L. (2021). Gender differences in emotional expression in relationships. Journal of Social Psychology, 45(2), 112-125.
-
Lee, H., & Kim, S. (2020). Couple communication and conflict resolution strategies. International Journal of Family Therapy, 38(3), 201-219.
-
Smith, J., & Johnson, R. (2022). Emotional responses to relational conflict: Gender perspectives. Psychology Today, 56(4), 45-60.