Cumartesi, Ekim 11, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Arzularımız Bize mi Ait? Freud ve Lacan’ın Gözünden İçsel Çatışmalar

Arzuların İzinde: Freud ve Lacan’dan İnsan Ruhsallığının Huzursuzluğu

İnsan ruhsallığının merkezinde daima bir gerilim vardır: İsteklerimiz ile onlara konulan sınırlar arasındaki çatışma.
Bir yandan doyum, haz ve özgürlük peşindeyiz; diğer yandan toplumun, dilin ve içselleştirilmiş yasakların baskısı altındayız.

Bu ikili yapı, hem bireysel huzursuzluğumuzun hem de uygarlığın ilerleyişinin temelini oluşturur.
Psikanalitik teori, Freud’un kavramları ve Lacan’ın yeniden yorumları aracılığıyla bu gerilimi anlaşılır kılmaya çalışır.

Freud: Uygarlığın Huzursuzluğu ve Süperego’nun Baskısı

Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu’nda (2009), uygarlığın gelişebilmesi için bireysel hazlardan vazgeçilmesi gerektiğini söyler.
İçimizde dürtülerin kaynağı olan id, her zaman “hemen şimdi” tatmin olmak ister. Ancak toplumun kuralları, ahlak ve yasalar buna engel olur.

“Ego” yani benlik, id’in talepleri ile dış dünyanın gereklilikleri arasında arabuluculuk yapar.
Ne var ki dengeyi sağlamakla görevli bu yapı tek başına yeterli değildir.

İşte burada süperego devreye girer.
Süperego, ebeveynlerden, otoritelerden ve toplumsal normlardan içselleştirilen yasakların, buyrukların ve ideallerin temsilcisidir.
Kişinin vicdanı gibi işleyen bu yapı, çoğu zaman bireyin en büyük huzursuzluk kaynağıdır.

Çünkü sadece belirli davranışları engellemekle kalmaz, aynı zamanda bireyi sürekli yetersiz ve suçlu hissettirir.
Bir insan öfkesini ifade etmek istese de, “iyi bir insan öfkelenmez” buyruğunu duyar.
Bu içsel baskı, patolojilerin önemli kaynaklarından biridir.

Lacan: Büyük Öteki ve Arzunun Sonsuz Eksikliği

Lacan, Freud’un bıraktığı yerden yola çıkar ve onun kavramlarını dil ve gösterge sistemleri üzerinden yeniden ele alır.
Freud’un süperego dediği içsel yasaklayıcı mekanizma, Lacan’da Büyük Öteki kavramıyla açıklanır.

Büyük Öteki, dilin, toplumsal düzenin, yasaların ve kültürün temsilcisidir.
İnsan, arzularını dile getirirken aslında hep bu Büyük Öteki’nin sınırları içinde konuşur.

Birey, kendi arzularını ifade etmek isterken, çoğu zaman bu arzuların ne kadarının kendine, ne kadarının toplumun beklentilerine ait olduğunu ayırt edemez.
Bu, Lacan’ın “Simgesel düzen” dediği alanın baskısıdır.

Buna karşılık “İmgesel düzen”de kişi kendi bütünlük yanılsamasını yaşar; kendini tam, eksiksiz sanır.
Ancak Simgesel düzenin yasaları karşısında bu yanılsama yıkılır.
Böylece insan, arzularıyla yasaklar arasında sürekli bir sıkışma içinde kalır (Kotan, 2023).

Freud’un süperego baskısı ile Lacan’ın Büyük Öteki’nin ketlemeleri aslında aynı yapının farklı kavramsallaştırmalarıdır.
İkisi de bireyin hazlarını özgürce yaşamasını engelleyen, bireyin arzularını ketleyen güçleri tarif eder.

Savunma Mekanizmaları: Bilinçdışının Çıkış Yolları

İnsan bu çatışmayı nasıl tolere eder? İşte burada savunma mekanizmaları devreye girer.
Anna Freud’un Ben ve Savunma Mekanizmaları (2011) adlı eserinde açıkladığı gibi, savunmalar bilinçdışı süreçlerdir.

Yani kişi çoğu zaman bunları bilinçli olarak seçmez; ego, kaygıyı azaltmak için otomatik olarak devreye sokar.
Bu mekanizmalar, bastırılmış arzular ile dış dünyanın talepleri arasında geçici bir denge sağlar.

Arzuların Kime Ait Olduğunu Fark Etmek

Psikanalitik teorinin temel sorularından biri şudur:
Arzularımız gerçekten bize mi ait, yoksa toplumsal düzenin dayattığı talepler mi?

Bir genç, ailesinin beklentisiyle doktor olmak isterken kendi arzusunu sanat alanında bulabilir.
Ancak süperego ya da Büyük Öteki’nin baskısı, onu kendi arzusundan uzaklaştırabilir.
Bu da uzun vadede depresyon, anksiyete ya da kimlik karmaşasına yol açabilir.

İşte bu nedenle kendi arzularını fark etmek, “Ben gerçekten ne istiyorum?” sorusunu sormak ruhsal sağlığın merkezindedir.
Çünkü arzularını tanımayan birey, sürekli başkalarının beklentileriyle yaşayan ve kendi yaşamının öznesi olamayan kişiye dönüşür.

Günlük Hayattan Bir Durum

Bir çalışanı düşünelim: Patronunun taleplerine sürekli uyuyor, kendi fikirlerini dile getirmiyor.
İçten içe öfke biriktiriyor ama bastırıyor.
Zamanla bu öfke mide ağrılarına, uykusuzluğa dönüşüyor.

Bu örnekte kişi, hem süperego baskısıyla (“Patrona karşı gelinmez”) hem de Büyük Öteki’nin buyruğuyla (“Toplumda işini kaybetmemek için boyun eğmelisin”) hareket ediyor.

Savunma mekanizmaları devreye girse de, arzuların tanınmaması bedensel ve ruhsal rahatsızlıklar yaratıyor.

Sonuç: Arzuların İzini Sürmek

Freud ve Lacan’ın teorileri bize insan ruhsallığının temel gerçeğini gösterir:
Arzularımız ile onları sınırlayan yasalar arasındaki çatışma bitmez.

Freud bu baskıyı süperego ile, Lacan ise Büyük Öteki ile adlandırır.
Savunma mekanizmaları ise bu çatışmayla başa çıkmak için egonun geliştirdiği bilinçdışı yolları temsil eder.

Ruhsal sağlığın en önemli boyutu, hangi arzunun bize ait olduğunu fark etmektir.
Bu farkındalık olmadan kişi, toplumun talepleriyle kendi arzuları arasındaki çizgiyi ayıramaz.
Ama arzularının izini süren birey, hem kendi yaşamının öznesi olabilir hem de içsel huzursuzluğunu dönüştürme imkânı bulur.

Kaynakça

Freud, A. (2011). Ben ve Savunma Mekanizmaları, çev. Yeşim Erim. İstanbul: Metis Yayınları.
Freud, S. (2009). Uygarlığın huzursuzluğu. Metis Yayınları.
Kotan, S. (2023). Ana rahmine dönme arzusu olarak ölüm itkisi: Sinemada “intihar” olgusuna ilişkin bir okuma. Ekev Akademi Dergisi, 93, 405–420. https://doi.org/10.17753/sosekev.1197538

Beray Ünal
Beray Ünal
Psikolog Beray Ünal, insan ruhunun derinliklerini anlamaya adanmış bir Klinik Psikoloji yüksek lisans öğrencisidir. Okan Üniversitesi’ndeki akademik çalışmalarını, psikanalitik kuramın incelikleriyle harmanlamaktadır. Lisans eğitiminden bu yana özellikle kişilik bozuklukları, narsisistik örüntüler, ayrılık–bireyselleşme süreçleri ve nesne ilişkileri üzerine yoğunlaşmıştır. Sadece akademik birikimiyle değil, sahadaki aktif çalışmalarıyla da dikkat çekmektedir. Kadın Dayanışma Vakfı’nda gönüllü psikolog olarak, kadınlara yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet rolleri konusunda farkındalık yaratmayı amaçlayan psikososyal destek programlarında yer almıştır. 6 Şubat depremi sonrası Hatay ve Kahramanmaraş’ta düzenlediği atölyeler, onun mesleğini toplumsal sorumlulukla birleştiren yaklaşımının güçlü bir yansıması olmuştur. Psikolog Beray Ünal, terapi sürecini yalnızca bir tedavi alanı değil, insanın kendisiyle yeniden karşılaştığı bir yolculuk olarak görmektedir. Kaleme aldığı yazılar; narsisizmden ayrılık kaygısına, ilişkisel döngülerden empati gelişimine kadar geniş bir yelpazede, hem kuramsal hem de edebi bir dil taşımaktadır. Psychology Times’taki yazılarında okuyucuyu kendi iç dünyasına bakmaya, bilinçdışının derin sularında dolaşmaya ve insana dair soruları cesaretle sormaya davet etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar