Mükemmeliyet Arayışının Sessiz Yükü
Hayatımıza şöyle bir baktığımızda, çoğumuzun çocuklukta duyduğu ortak bir cümle vardır: “Daha iyisini yapabilirsin.” Başarılı olduğumuzda bile sürekli daha yüksek hedefler gösterilmiş, bir nevi kusursuzluğa çağrılmışızdır. Zamanla bu cümle iç sesimize yerleşir ve bizden ayrılmaz: “Daha güzel olmalı, daha doğru olmalı, daha başarılı olmalı…”
Oysa insan hayatı; matematiksel formüller gibi net ve eksiksiz değildir. İçinde belirsizlikler, hatalar, sürprizler ve kusurlar vardır. Mükemmeliyetçilik, işte tam da bu doğal akışa karşı savaş açan bir zihinsel tuzaktır. Bizi daha “iyi” olmaya değil, çoğu zaman daha çok kaygıya, daha çok yorgunluğa ve daha çok tatminsizliğe sürükler.
Mükemmel olma isteği, birçok insanın içinde sessizce büyüyen bir dürtüdür. Öğrenciyken hep daha yüksek not alma çabasıyla başlar, iş hayatında kusursuz performans beklentisiyle devam eder, özel ilişkilerde ise hep “daha iyi” bir partner olma telaşına dönüşür. Ancak insanın kendine sorması gereken kritik bir soru vardır: Gerçekten bu hayata kusursuz olmak için mi geldik, yoksa yaşamanın tadını çıkarmak için mi?
Anı Yaşayamamanın Bedeli
Bir örnek düşünelim: Arkadaşlarınızla yemeğe çıktınız. Masada sohbetler, kahkahalar ve keyifli anlar var. Ama siz, sürekli cümlenizin doğru mu çıktığını, giydiğiniz kıyafetin uyumlu olup olmadığını ya da birinin size yanlış bakıp bakmadığını düşünüyorsanız, o anı yaşayamıyorsunuz demektir. Mükemmel görünme kaygısı, hayatı ıskalamanın en görünmez sebeplerinden biridir.
Kusurlara İzin Vermek
Öncelikle şunu kabul etmek gerekir: Mükemmel diye bir şey yoktur. İnsan kusurlarıyla insandır. Hatta çoğu zaman en unutulmaz deneyimler, küçük aksaklıkların içinden doğar. Tatilde yanlış otobüse binip bambaşka bir yeri keşfetmek, pastayı yaparken şeklinin bozulmasına rağmen tadına doyamamak ya da bir sunumda heyecanlanıp güldürmek… Bunların hepsi mükemmel olmadıkları için değerlidir.
“Yeterince İyi” Olabilmek
Ya Hep Ya Hiç düşünme tarzında kişi kendini, etrafındaki insanları ve olayları çok uç noktalarda değerlendirir.
‘Bu koşuyu tamamlayamazsam ben kötü bir atletim.’
‘Bunu zamanında tamamlayamazsam ben başarısızım ve işimi iyi yapamıyorum demektir’
Gibi olayları ya siyah ya beyaz olarak değerlendirir.
Psikanalist Donald Winnicott’un ortaya koyduğu bir kavram vardır: “Yeterince iyi olmak.”
Özellikle annelik üzerine geliştirilmiş bir teoridir ama aslında hayatın her alanına uyarlanabilir. Mükemmel olmaya çalışmak yerine, yeterince iyi olmak çoğu zaman hem kendimiz hem de çevremiz için en sağlıklısıdır. Kendimize “her şey mükemmel olmalı” baskısını kurmak yerine, “elimden geleni yaptım, bu da yeterli” diyebilmek, ruhsal dengeyi korur. Çünkü gerçek huzur, kusursuz sonuçlarda değil, sürecin tadını çıkarabilmekte yatar.
Hata Yapma İzni
Mükemmeliyetçi bireyler hata yapmaktan aşırı korkarlar. Hata, onlar için sadece bir eksiklik değil, aynı zamanda “yetersizliklerinin” kanıtıdır. Oysa hata, öğrenmenin en temel aracıdır. Dünyanın en başarılı insanlarının hikâyelerine baktığımızda, onların başarılarını hatasız olmalarına değil, hatalarını denemekten korkmamalarına borçlu olduklarını görürüz.
Kendimize hata yapma izni verdiğimizde, zihnimizdeki yük azalır. “Yanlış yaparsam ne olur?” sorusu yerini “Yanlış yaparsam öğrenirim” düşüncesine bırakır.
“Bu hayata bir kere geliyorum ve her insan gibi benim de kusurlarım var. Benim de hata yapma hakkım var. Kendime bu kadar yüklenmemeliyim. Ben de bu hayatı herkes gibi ilk kez yaşıyorum.” Hata yaptığınızı düşündüğünüzde veya hata yaptığınızda kendi kendinize bunu tekrar edin.
Değişim İçin Küçük Adımlar
Elbette bu kolay değildir. Ancak küçük adımlarla değişim mümkündür:
• Bir işi teslim ederken “eksiksiz mi?” yerine “amacına uygun mu?” diye sormak.
• Kendinize hata yapma izni vermek.
• Başarılarınızı küçümsemek yerine kutlamak.
• “Hayır” demeyi öğrenmek ve herkesi memnun etme zorunluluğundan vazgeçmek.
Yaşamın Gerçek Ölçüsü
Sonuçta hayat; puanlarla, listelerle ya da kusursuz performanslarla değil, hislerle ölçülür. Sevdiklerinizle paylaştığınız kahkaha, yolunu şaşırdığınızda yaşadığınız macera, ya da sıradan bir günde hissettiğiniz huzur… İşte bunlar, yaşamın gerçek değerleridir.
Kusurlarımızla birlikte var olduğumuzda, aslında en büyük özgürlüğü kazanırız: Kendimiz olma özgürlüğü. Diğer türlü hepimiz kusursuz işleyen birer makine olurduk. Hatalarımız bizi biz yapan şey. Hatalarınıza dönüp teşekkür edin, onlar olmasaydı bugünkü siz olmayacaktınız.
Son Söz
Unutmayalım: Hayat mükemmel olmak için değil, yaşamak için var. Eğer sürekli “daha iyi”nin peşinde koşarsak, elimizdeki güzellikleri kaybedebiliriz. Ama olduğumuz haliyle, tüm eksiklerimiz ve fazlalarımızla yaşamı kucakladığımızda, hayat bize en gerçek hediyesini sunar: varoluşun tadını çıkarmak.