“Bazen aynaya bakıyorum ama gördüğüm kişi ben değilim.”
Disosiyatif Kimlik Bozukluğu (DKB), bir kişinin birden fazla kimlik ya da benlik haliyle yaşadığı, oldukça karmaşık ve derin bir ruhsal bozukluktur. Günlük yaşamda “çoklu kişilik” olarak da bilinse de, bu ifade çoğu zaman yüzeyde kalır. Bu yazıda DKB’nin psikolojik kökenlerine, yaşam üzerindeki etkilerine ve terapi sürecinde nelerle karşılaşıldığına birlikte bakacağız.
Disosiyatif Kimlik Bozukluğu, bireyin kendi bütünlüğünü kaybettiği bir savunma mekanizmasıdır. Genellikle çocukluk döneminde yoğun travmalara maruz kalmış bireylerde görülür. Bu travmalar — örneğin istismar, terk edilme, ağır ihmaller — çocuğun “tek bir benlik halinde” kalmasını olanaksızlaştırır. Zihinsel olarak dayanamayacağı kadar ağır olan olaylar, parçalanmış benliklerle içsel olarak yönetilmeye çalışılır.
Her kimlik parçası — yani alter — belli duyguları, anıları, yaşantıları “taşır” ve çoğu zaman bu parçalar birbirinden habersizdir. Kimi zaman bir çocuk sesi, kimi zaman öfkeli bir yetişkin ya da utangaç bir ergen olarak belirir. Birey bir kimlikten diğerine geçiş yaparken bilinç kaybı, zaman algısında bozulmalar ve “ben burada mıyım?” hissi yaşayabilir.
Bu bozukluk, dışarıdan bakıldığında sıklıkla yanlış anlaşılır. Film ve dizilerde abartılı temsillerle karikatürize edilmesi, DKB yaşayan bireylerin damgalanmasına neden olabilir. Oysa gerçek yaşamda DKB çok daha sessiz, çok daha görünmez yaşanır. Danışanlar genellikle “neden böyle davrandığımı bilmiyorum”, “sanki ben değildim” ya da “bir an kendime geldiğimde başka bir yerdeydim” gibi ifadelerle terapi odasında bu parçalanmışlığı tarif eder.
Terapi sürecinde DKB ile çalışmak, bir orkestra şefinin dağılmış müzik notalarını yeniden bir bütün haline getirme çabasına benzer. Her bir kimlik parçası, duyulmak ve anlaşılmak ister. Klinik psikologlar, bireyin güvenliğini temel alarak, parçalarla temas kurar, geçmiş travmaları işler ve içsel bağ kurmayı destekler.
Bir danışanım bir seansın sonunda şöyle demişti: “İlk kez içimdeki seslere kızmadım. Çünkü hepsinin bir nedeni varmış.” Bu cümle, terapinin iyileştirici gücünü özetler niteliktedir. Kişi yalnızca tek bir benliğe dönmez, tüm parçalarını bir bütünün parçası olarak sahiplenmeye başlar.
Elbette bu süreç sabır, zaman ve derin bir güven ilişkisi gerektirir. Bireyin, farklı parçalarını tanıması; bu parçaların birbirine yaklaşması ve çatışmasız şekilde bir arada yaşayabilmesi uzun soluklu bir emektir. Parçalar arası iletişimin kurulması, içsel seslerin keşfedilmesi, geçmişe dair yüklerin sembollerle boşaltılması gibi yöntemler sıklıkla kullanılır. EMDR, şema terapi, içsel çocuk çalışmaları gibi yöntemler özellikle destekleyici olabilir.
Toplumsal bakış ise bu bozukluğun görünmezliğini pekiştiren bir etkendir. Ne yazık ki, DKB’li bireyler çevrelerinde çoğu zaman “abartıyor”, “ilgi çekmek istiyor” ya da “rol yapıyor” gibi tepkilerle karşılaşırlar. Oysa bu durum, bireyin bilinçli kontrolünde değildir ve yaşam kalitesini ciddi oranda etkileyebilir. Günlük işlevselliği bozabilir, ilişkilerde çatışmalara yol açabilir ya da bireyin kendine zarar verme eğilimini artırabilir.
Sonuç
Disosiyatif Kimlik Bozukluğu, sadece bir “rahatsızlık” değil; çoğu zaman ruhun hayatta kalmak için kurduğu karmaşık bir savunma sistemidir. Bu sistemin çözülmesi, yargılanmadan, etiketlenmeden ve sabırla mümkündür.
Toplumda bu bozukluğa dair farkındalık arttıkça, DKB’li bireylerin yaşadığı içsel savaş görünür hale gelir. Terapötik destekle bu savaş, zamanla bir içsel barışa evrilir.
Unutulmamalı ki: Her parçanın bir hikâyesi vardır. Ve her hikâye duyulmayı hak eder. DKB ile yaşamak bir mahkûmiyet değil; bir dönüşüm sürecidir. Doğru destekle kişi kendi parçalarını bütünleştirebilir ve yeniden bir kimlik duygusu inşa edebilir. Travmaların gölgesinde büyümüş parçalar, zamanla ışığın altında yeniden filizlenebilir. Yeter ki o ışık, yargısız bir anlayışla terapi odasında sabırla yakılsın.
Bu noktada bizlere, yani topluma da önemli bir görev düşüyor. Disosiyatif bozukluklar hakkında doğru bilgiye ulaşmak, empatiyi geliştirmek ve damgalayıcı söylemlerden kaçınmak; hem bireyin iyileşme sürecini destekler hem de ruh sağlığı alanında daha kapsayıcı bir ortam oluşturur. Her bireyin görünmeyen bir hikâyesi olduğunu unutmadan yaklaşmak, psikolojik şifa yolculuğunun en insani adımıdır.
Kaynakça
Putnam, F. W. (1997). Dissociation in Children and Adolescents: A Developmental Perspective.