Bir çocuk susuyorsa, bu her zaman huzurun işareti değildir. Bazen en sessiz kalan çocuklar, en çok çığlık atanlardır. Ama bu çığlık kulaklarımızla değil, yüreklerimizle duyulabilir. Gözleriyle yardım isteyen, ama konuşmaya korkan çocukları düşünün… Belki sınıfta sessiz, evde uslu, ama geceleri yorganın altında ağlayan bir çocuk… Sessizliği çoğu zaman “uyum” sanırız. Oysa o sessizlik, duyguların bastırıldığı ve görünmez kılındığı bir fırtınaya dönüşebilir. Bu yazı, çocuk psikolojisi açısından duygularını tanımakta zorlanan çocukların dünyasına biraz daha yakından bakmak için yazıldı.
Duygu Okuryazarlığı Neden Bu Kadar Önemli?
Duygular, bir çocuğun hem kendini hem de çevresini anlamasının temelidir. Bir çocuk “Ben üzgünüm, çünkü oyuncağım kırıldı” diyebiliyorsa, bu çok kıymetlidir. Ama birçok çocuk bunu diyemez. Çünkü daha erken yaşlardan itibaren duygularıyla bağlantı kurmak yerine, onları bastırmayı öğrenmişlerdir. Özellikle “Ağlama, ayıp”, “Erkek adam üzülmez” ya da “Kız çocukları böyle yapmaz” gibi kalıplar çocuklara doğrudan şu mesajı verir: Duyguların doğru değil, bastır onları.
Duygularını bastıran çocuklar, zamanla onları tanıyamamaya başlar. Ne hissettiklerini anlamakta zorlanırlar. İçlerinde bir şey vardır, ama adını koyamazlar. Bu durum bazen öfke nöbetleri, bazen içe kapanıklık, bazen de fiziksel belirtilerle kendini gösterir. Karın ağrısı, baş dönmesi, tikler, alt ıslatma… Bunlar aslında bedenin “Bir şeyler yolunda değil” deme biçimidir.
Alexithymia: Duyguların Adını Koyamamak
Psikolojide bu duruma alexithymia deniyor. Kişi, ne hissettiğini fark edemez ya da kelimelere dökemez. Çocuklarda bu durum çok daha karmaşıktır. Çünkü onlar zaten duygularını yeni yeni keşfetmektedir. Eğer bir çocuk, duygularına alan bulamazsa, onları yok saymayı öğrenir. Bu da ileriki yaşamında depresyon, anksiyete ve ilişki problemleri gibi birçok psikolojik gelişim zorluğunun temelini oluşturur (Taylor, Bagby & Parker, 1997).
Özellikle erken çocukluk döneminde yaşanan travmalar, ilgisiz ya da aşırı baskıcı ebeveyn tutumları ve duyguların konuşulmadığı ev ortamları bu gelişimi olumsuz etkileyebilir. Denham (2006), duygusal farkındalığı yüksek çocukların hem okulda hem de sosyal ilişkilerinde daha başarılı olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü çocuk psikolojisi açısından duygularını tanıyan çocuk, kendini daha sağlıklı ifade edebilir ve başkalarının duygularını da anlayabilir.
Ebeveynlere ve Yetişkinlere Düşen Görev
Peki ne yapmalıyız? Aslında cevabı çok basit ama etkili: Dinlemek. Gerçekten, yargılamadan ve düzeltmeden dinlemek. Çocuğun “Bugün çok kızdım!” dediğinde “Aman canım, abartma” demek yerine, “Seni kızdıran ne oldu acaba?” diye sormak.
Duyguları konuşmak, çocuğun ruhsal gelişimi için bir oksijen gibidir. Onunla birlikte duygular üzerine kitaplar okumak, oyunlar oynamak, yüz ifadeleriyle duyguları tanıma çalışmaları yapmak bu gelişimi destekler. Hikâyeler anlatarak, “Sence bu karakter ne hissediyor?” gibi sorularla empati becerisi de geliştirilebilir. Özellikle oyun terapisi, çocukların kelimelere dökemediği duygularını oyun yoluyla dışa vurmasına olanak tanır (Landreth, 2012).
Bazen tek bir cümle bile çocuğun iç dünyasında büyük bir değişim yaratabilir. “Üzgün görünüyorsun, senin için buradayım.” demek, çocuğa hislerinin kabul edildiğini ve anlaşıldığını hissettirir. Çünkü anlaşılmak, iyileşmenin ilk adımıdır.
Toplumsal Bakış Açısına Dair Bir Not
Ne yazık ki toplumda hâlâ duygularla ilgili birçok yanlış inanç mevcut. Özellikle erkek çocuklarına güçlü olmanın duygusuzlukla eşleştirildiği bir dünyada, duygularını tanıyan çocuklar “zayıf” olarak etiketleniyor. Oysa en büyük güç, duygularının farkında olan, onları yönetebilen ve başkalarının duygularını da gözetebilen birey olmaktır.
Bu yüzden hem eğitimciler hem de aileler olarak önce kendimiz duygularla sağlıklı bir ilişki kurmalı, sonra da çocuklara bu yolu gösterebilmeliyiz. Unutmayalım ki çocuklar, söylediklerimizden çok, nasıl yaşadığımızı örnek alırlar.
Sonuç
Bir çocuğun sessizliği, çoğu zaman içsel bir yalnızlığın sesi olabilir. Ve bu yalnızlık fark edilmediğinde, büyür… Onu anlamak için bazen bir kelime, bazen sadece yanında sessizce oturmak bile yeterlidir. Önemli olan, o sessizliğe kulak verebilmektir.
Duygularını tanıyan bir çocuk, kendini tanır. Kendini tanıyan bir çocuk, dünyayı anlamaya başlar. Ve belki de o zaman, artık çığlık atmak zorunda kalmaz. Çünkü sesini duyan biri vardır. Ve bazen sadece bu bile, bir çocuğun dünyasını değiştirir.
Kaynakça:
-
Denham, S. A. (2006). Social-emotional competence as support for school readiness: What is it and how do we assess it? Early Education and Development, 17(1), 57–89.
-
Taylor, G. J., Bagby, R. M., & Parker, J. D. A. (1997). Disorders of affect regulation: Alexithymia in medical and psychiatric illness. Cambridge University Press.
-
Landreth, G. L. (2012). Play therapy: The art of the relationship (3rd ed.). Routledge.