Duyguların Bilinçaltından Toplumsal Alana
Psikolojiye ilgi duyan biri olarak ilk kez “limerence” kavramıyla tanıştığımda, bunun tamamen bireysel bir durum olduğunu düşünmüştüm. Duygularımın kontrolünü kaybettiğimde, bu hisleri sadece bilinçaltımdaki bir saplantı ya da romantik bir takıntı olarak değerlendirdim. Bu kavramı derinlemesine inceledikçe, bu yoğun duygusal yoğunluk bağlanmanın sadece bireysel bir durum olmadığını ve yaşadığımız toplumun da ciddi katkılarıyla şekillendiğini fark ettiğimde adeta zihnimde bir ampul yandı. Limerence sadece bir psikolojik hâl değil; aynı zamanda sosyal olarak inşa edilen bir deneyimdi. Bu farkındalık hem sarsıcı hem de aydınlatıcıydı.
Limerence’in Sosyolojik Katmanları
Limerence, Amerikalı psikolog Dorothy Tennov’un tanımladığı gibi, bir kişiye karşı yoğun bir arzu, duygusal dalgalanmalar ve takıntılı düşüncelerle karakterize edilir. Ancak bu duygunun oluşumu sadece bireyin iç dünyasından ibaret değildir. Sosyolojik bir perspektifle bakıldığında, limerence’in kültür, medya, toplumsal normlar ve kapitalist ilişkilerle şekillendiği açıkça görülür (Tüzün, H. Ö. 2017:202).
Modern toplum, bireyi yalnızlaştırırken aynı zamanda ona “aşkı” tüketmesi gereken bir ihtiyaç olarak sunar. Sosyal medya, diziler ve romantik komediler bize ideal partner imajını sürekli pompalarken, gerçekte böyle bir insanla karşılaşma ihtimalimiz neredeyse yoktur. Bu da limerence’i tetikler: Gerçek olmayan bir idealleştirme süreci, tatmin edilmeyen bir arzu, karşılık bulamayan bir bağlanma çabasıdır (Tüzün, H. Ö. 2017).
Ayrıca toplumsal cinsiyet rolleri, limerence deneyimini şekillendirdiği yaşadığım toplumda açıkça görülmektedir. Kadınlar duygusal derinliklerini daha rahat ifade etmeye şartlandırılırken, erkekler çoğunlukla duygularını bastırmaya teşvik edilir. Bu dengesizlik, taraflardan birinin daha çok limerent hâle gelmesine ve ilişkide dengesiz bir bağ kurmasına yol açabilir (Tüzün, H. Ö. 2017:205).
Yalnız Bizim Değil, Toplumun da Hikâyesi
Limerence’in sadece bizim yaşadığımız kişisel bir kırılma değil, aynı zamanda toplumsal bir kırılmanın yansıması olduğunu fark ettiğimizde, yaşadığımız bu yoğun duygulara daha objektif ve şefkatli bakabiliriz. Çünkü bu hislerin oluşmasında sadece biz değil; bizi şekillendiren kültür, medya, aile yapısı, hatta ekonomik sistem de etkilidir (Yüksel, R. 2013:15).
Bu farkındalık, kendimizi suçlamaktan vazgeçmemizi ve duygularımızı daha geniş bir bağlamda anlamlandırmamızı sağlar. Limerence, bireyin ruhsal yapısına dair ipuçları verdiği kadar, yaşadığı toplumun ruh hâline dair de güçlü göstergeler sunar.
Farkındalıkla Güçlenmek
Limerence duygusuyla hem baş etmek hem de daha iyi fark edebilmek için öncelikle bunun sadece “takıntılı bir aşk” değil, çok boyutlu bir deneyim olduğunu kabul etmeliyiz. Psikolojik destek kadar, sosyolojik farkındalık da bu sürecin iyileştirici gücüne katkı sağlar. Medyada dayatılan aşk kalıplarını sorgulamak, ilişkilerde karşılıklı gerçeklik ve eşitliği önemsemek, kendi duygularımızı sahiplenirken onları anlamlandırmak: Bunlar limerence’in etkisinden çıkmak için atılabilecek ilk adımlardır (Yüksel, R. 2013:15).
Unutmayalım ki duygularımız, bireysel olduğu kadar toplumsal birer hikâyedir. Limerence bu hikâyenin sadece bir bölümü. Onu anlamak, hem kendimizi hem de yaşadığımız toplumu daha yakından tanımamıza ve gözlemlememize yardımcı olabilmektedir (Yüksel, R. 2013:30).
Kaynakça
Tüzün, H.Ö. (2017), Viktorya Dönemi Edebiyatında Karasevda Betimlemeleri, Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü, dergipark.com.tr ss(198-210).
Yüksel, R. (2013), Genç Yetişkinlerde Aşk Tutumları ve Yaşamın Anlamı, Sakarya Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, ss(1-154).