Bilhassa son yıllarda psikolojiye ait kelime ve kavramlar, fakültelerin dersliklerinden ve terapist odalarından çıkıp mutfak sohbetlerine, ofis koridorlarına ve sosyal medya paylaşımlarına karıştı. “Ben çok obsesifim”, “O kesin borderline”, “Bende sosyal anksiyete var” gibi cümleler, çoğu zaman bir uzmanın değerlendirmesine ya da somut bir gerçekliğe dayanmaktan ziyade rastgele bir kullanımın sonucu oluyor. Bunun yerine, kişinin kendini popüler dil içinde hızlıca tanımlamak, davranışlarını açıklamak ya da karşısındakini belirli bir çerçeveye oturtmak için kullandığı ifadeler hâline geliyor.
Bu dil başta pekâlâ cazip görünebilir. Karmaşık deneyimlere hızla isim vermek, spesifik bir kişisel deneyimin getirisi olan yalnızlık hissini azaltmak ve benzer terimleri kullananlarla kolayca bağ kurmak… bunların cazibenin kaynakları arasında yer aldığını söyleyebiliriz. Ancak bu yaygın ve rastgele kullanım, kavramların anlamını da bulanıklaştırıyor. Titizlik ile obsesif-kompulsif bozukluğun, duygu dalgalanmaları ile borderline kişiliğin, laf sokmak ile pasif-agresifliğin aynı kefeye konduğu bir dil alanı; hem bilimsel doğruluğu hem de bireysel farkındalığı zedeler. Dil, gerçeği tarif etmek yerine karikatürleştirmeye ve indirgeme işlevi görmeye başladığında, hem bireyler hem de toplum için algı bulanıklığı kaçınılmaz hâle gelir.
Etiketlerin Gücü ve Tehlikesi
Bir etiket başlangıçta farkındalık yaratabilir ya da bir ifade kolaylığı sağlayabilir. Kişi yaşadıklarına isim koyar, benzer deneyimlere sahip insanlarla bağ kurar ve kendi iç dünyasını anlamlandırmak için bir dil alanı oluşturur. Ancak bu süreç zamanla bir kimlik daralmasına dönüşebilir. “Ben buyum” düşüncesi, ilgili konularda değişim ihtimalini silikleştirir.
Bazı durumlarda ise etiket, davranışın bahanesi hâline gelir. Öfkeyle bağıran birinin “Benim öfke kontrol problemim var” demesi, sorumluluğu kendi davranışından alıp tanıya yükler. Bu hem zararın onarılmasını erteler hem de değişim çabasını başlamadan bloke eder. Bu mekanizma başka alanlarda da işler; duygu dalgalanmaları “Borderline’ım” etiketiyle, umarsızlık “ADHD’im var” söylemiyle, kırıcı konuşmalar “Ben pasif-agresifim” bahanesiyle savunulur hâle gelir.
Etiketin böyle bir “koruma kalkanı” haline gelmesi, farkındalığın yerini savunma refleksine bırakır ve gerçek sorunların çözümü gecikir. Hatta bazı durumlarda iletişim tamamen tıkanır.
Psikoloji Dilinin İlişkilerde Silah Olarak Kullanılması
Psikoloji dili sadece kişinin kendine karşı değil, başkalarına karşı da yanlış kullanılabilir. Günümüzde çatışmaların içinde, psikoloji terimleri giderek daha fazla “silah” hâline geliyor. “Sen gaslighting yapıyorsun”, “Tam bir narsistsin” ya da “Sen toksiksin” gibi ifadeler, çoğu zaman karşı tarafı susturmak, itibarsızlaştırmak ya da kendi haklılığını pekiştirmek işlevine de bürünüyor.
Bu tür kullanım kaçınılmaz olarak ilişkilerde onarım yerine damgalamayı teşvik eder, kavramların meşruiyetini aşındırır ve manipülasyon biçimlerinin hafife alınmasına yol açar. Sonuçta insanlar birbirleri için psikolojik teşhis koyma makineleri hâline gelir ve diyaloğun yerini karşılıklı “etiket savaşı” alır.
Dil, iletişimi kolaylaştıran bir araç olmaktan çıkarak ilişkileri zehirleyen bir çatışma malzemesine dönüşür. İlgili kavramlar ise oluşan bu uzama bir malzeme işlevine bürünür.
Normal Duyguların Bozukluk Gibi Sunulması
Etiketlerin bir başka yan etkisi de normal duygusal tepkilerin bozukluk gibi sunulmasıdır. Birkaç gün süren moral bozukluğu “depresyon” olarak adlandırılabilir, belirgin bir tetikleyiciye verilen öfke tepkisi “öfke bozukluğu” diye tanımlanabilir. Bu durum, duygusal deneyimin doğallığını gölgelerken dayanıklılık kapasitesini de zayıflatır.
Benzer şekilde, kişilik özellikleri de hastalık diliyle tanımlanır; içedönüklük “asosyal” olarak yaftalanır, titizlik “OKB” ile eş tutulur, kararsızlık “anksiyete” olarak adlandırılır. Bu tür dil kaymaları hem bireylerin kendi özelliklerine karşı yabancılaşmasına hem de toplumda hastalık terimlerinin şişirilmesine yol açar.
Kavramlar yerinden oynadığında, hem normal tepkiler gereksiz yere damgalanır hem de gerçek klinik durumlar ciddiyetini kaybeder.
Duygusal Farkındalık ve Sorumluluk
Psikoloji dili, hem kendimizi hem de başkalarını anlamak için güçlü bir araçtır. Ancak bu gücün sorumluluğu vardır. Etiketler, yalnızca açıklama ve anlamlandırma amacıyla kullanılmalı; ne kendimizi zincire vurduğumuz bir kimlik, ne de başkasına yönelttiğimiz bir damga hâline gelmelidir.
Bunun için duyduğumuz ya da kullandığımız psikoloji terimlerinin kaynağını ve bağlamını sorgulamak, etiketin davranışın nedenini açıklayabileceğini fakat sonuçlarının sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağını bilmek önemlidir. İletişimde tanı yerine davranışın etkisini konuşmak gerekir.
“Sen toksiksin” demek yerine “Az önceki sözün beni kırdı” gibi ifadeler, hem duygusal farkındalık sağlar hem de etiketin sert duvarını aşar.
Sonuç
Psikoloji dili hayatımıza girdi ve orada kalacak. Bu dilin sağladığı farkındalık, toplumsal tabuların kırılması ve insanların yardım aramaya cesaret etmesi açısından değerlidir. Ancak bu dili rastgele kullanmak; kavramların anlamını silikleştirebilir, normal tepkileri hastalık gibi gösterebilir, insanları birbirine karşı etiketlerle silahlandırabilir ve bireylerin sorumluluk almasını engelleyebilir.
Gerçek farkındalık, kelimelerin hem gücünü hem de sınırlarını bilmektir. Etiketler, doğru kullanıldığında iletişimi derinleştirir; yanlış kullanıldığında ise ilişkileri, kendilik algısını ve toplumsal anlayışı bulanıklaştırır. En sağlıklı yaklaşım, etiketi ne kendimizi saklamak ne de başkalarını susturmak için değil, anlamak ve anlamlandırmak için kullanmaktır.