Gecenin en sessiz anında, uykunun en derin yerinde, birden uyanırsın. Kalbin hızla çarpmaktadır, nefesin kesik kesiktir; boğazında tanımlayamadığın bir düğüm, göğsünde görünmez bir ağırlık vardır. Gözlerin doludur, çoğu zaman sebebini bile bilmeden ağlarsın. Bu anı yaşayan pek çok kişi, “hiçbir neden yokken ağlıyorum” der. Oysa çoğu zaman neden vardır; sadece bilinçdışının karanlık raflarında saklıdır.
Bastırılmış duygular, gündüz hayatın koşturmacasında sessizleşir. İş, okul, aile sorumlulukları… Zihin, hayatta kalma modu ile ilerlerken duygularını susturur. Ama gece olduğunda, dünya sakinleştiğinde, zihnin gürültüsü azaldığında o bastırılmış hisler kendine yer bulur. Sessizliğin içinde yankılanan bu çığlıklar, ruhun “beni duy” çağrısıdır.
Psikodinamik kuram, bu süreci yıllardır açıklamaya çalışır. Freud’a göre bastırma, ruhsal yapının en temel savunma mekanizmasıdır. Kişi tehdit edici ya da yoğun duyguları bilinçten uzaklaştırır; ancak bu duygular ortadan kalkmaz, yalnızca derine gömülür. Jung ise bu bastırılmış içerikleri, ruhun bütünlüğünü yeniden kurma çabası olarak tanımlar. Günlük yaşamda işlevsel olabilmek için ertelenen ya da görmezden gelinen hisler, uyku sırasında kendini rüyalar, kabuslar ya da ani uyanmalar yoluyla ifade eder.
Nörobilimsel araştırmalar da bu süreci destekler niteliktedir. REM uykusu sırasında beynin psikoloji alanında önemli merkezleri olan amigdala ve hipokampus daha aktiftir. Van der Kolk’un (2014) çalışmalarında görüldüğü gibi, travmatik anılar çoğu zaman sözel değil bedensel hafızada saklanır; uyku sırasında bu anılar parçalar halinde yüzeye çıkar. Bu nedenle kalp çarpıntısı, göğüs sıkışması ya da nedensiz ağlama gibi tepkiler yalnızca psikolojik değil, bedensel bir hafızanın da işaretidir.
Klinik pratiğimde bu tabloya sıkça rastlarım. Dışarıdan bakıldığında “her şey yolunda” görünen danışanlar, geceleri ani uyanma ve ağlama nöbetleri yaşadıklarını söyler. Örneğin, çocukluk kaybı yaşayan bir danışanım gündüz sakin görünüyor; yasını mantıklı açıklamalarla bastırıyordu. Ancak geceleri ansızın uyanıp, yoğun bir hüzünle ağlıyordu. Terapi sürecinde anladık ki, bu anlar bastırılmış yasın yüzeye çıkışıydı. Sessiz çığlık, aslında ruhun kendi yarasını iyileştirme girişimiydi.
Bu noktada önemli olan, bu anları yalnızca semptom olarak görmemektir. Çünkü her ağlama, her uyanma, aslında iyileşmeye dair bir çağrıdır. İnsan zihni, hazır olduğunda yüzeye çıkarır sakladıklarını. Bu süreç sancılı olsa da, duygular fark edildiğinde ve adlandırıldığında yük hafifler.
Peki bu anlarla nasıl başa çıkılabilir?
Öncelikle, duyguyu bastırmaya çalışmak yerine kabul etmek gerekir. Kendinize şu soruları sormak iyi bir başlangıçtır: “Şu an ne hissediyorum? Bu his bana ne anlatmak istiyor?” Bu sorular, bilinçdışından gelen mesajı anlamanın kapısını aralar.
Günlük tutmak da güçlü bir araçtır. Gece yaşananları sabah not almak, hem zihni boşaltır hem de tekrar eden temaları fark etmenizi sağlar. Ayrıca bedensel farkındalık teknikleri – derin nefes, gevşeme egzersizleri, farkındalık meditasyonu – sinir sistemini sakinleştirir ve uykuya geçişi kolaylaştırır. Ancak bazı durumlarda profesyonel destek gerekir. Eğer bu uyanmalar sıklaşıyor, gündüz işlevselliğini bozuyorsa, travma odaklı terapi yöntemleri (EMDR, Somatik Deneyimleme gibi) bu süreçte etkili olabilir. Çünkü travmatik hafızanın güvenli bir ortamda yeniden işlenmesi, hem gece uyanmalarını hem de gündüz tetiklenmelerini azaltır.
Unutulmamalıdır ki ağlamak zayıflık değil; aksine bedenin ve ruhun kendini rahatlatma biçimidir. Duygular ifade edildiğinde hafifler, görüldüğünde iyileşir. Sessiz çığlıkları duymak, kendi iç sesimizi duymak demektir.
Belki bu gece yine uyanacaksın. Belki yine gözyaşların yastığına düşecek. Ama artık biliyorsun; o çığlık, içindeki iyileşme isteğinin sesi. Onu duyduğunda, bastırmak yerine dinlediğinde, yavaş yavaş huzura dönüşecek. Ve bir gün, uykun bölünmeyecek; çünkü ruhun sonunda dinlenmiş olacak.
Kaynakça
Freud, S. (1915). The Unconscious.
van der Kolk, B. (2014). The Body Keeps the Score.
Walker, M. (2017). Why We Sleep.