Günlük yaşam içerisinde zaman zaman sarsıcı olaylarla karşı karşıya kalabiliyoruz. Bu tür olaylar yalnızca bireysel düzeyde değil, toplumsal travma niteliğinde olup toplumsal ölçekte de derin etkiler yaratır. Türk toplumu, tarihsel süreçte birçok travmatik deneyimle yüzleşmiş; her biri kolektif hafızada iz bırakmıştır. Bu yazıda, geçmişten günümüze toplumsal travmaların psikolojik yansımaları ve bu travmaların bireysel bellek ile kolektif hafıza üzerindeki etkileri ele alınmıştır.
Psikolojik olarak travmatik deneyimler bellekte kodlanmaktadır. Brewin ve arkadaşlarına (1996) göre, travmatik anılar hem olayın bilinçli biçimde hatırlandığı epizodik bellekte, hem de duyguların ve duyusal izlerin kaydedildiği duygusal bellekte yer alır. Bu ikili bellek sistemi, travmaların nörobiyolojik olarak daha kalıcı hale gelmesine neden olur. Toplumsal travma, bireyin ruhsal, zihinsel ya da işlevsel dengesini bozan, ani ve yoğun stres içeren olaylara verilen tepkilerle tanımlanır. Toplumsal ölçekte yaşanan travmalar ise “kolektif travma” kavramı altında değerlendirilir. Bu tür durumlarda duygular yalnızca bireylerle sınırlı kalmaz; tüm topluma yayılır ve ortak tepkilerle ifadesini bulur.
Kai Erikson’a (1976) göre bu tür travmalar yalnızca bireylerin değil, toplumun da ruhsal dokusunu zedeler. Birlik duygusunu, güven hissini ve geleceğe dair beklentileri etkiler. Kayıplar sadece can kaybı değildir; güven, aidiyet ve topluluk olma hissi de yitirilmiş olabilir. Toplumun belleğinde kalan bu duygusal izler, zamanla nesilden nesile aktarılan ortak anlatılara dönüşür.
Türkiye gibi afetlere, kazalara ya da ani kitlesel kayıplara tanıklık eden toplumlarda bu kolektif hafıza oldukça canlıdır. 1999 Marmara Depremi, Soma’daki maden kazası, büyük orman yangınları, sel felaketleri ve pandemi gibi olaylar sadece yaşandığı anla sınırlı kalmayan, toplumun genel ruh hâlini etkileyen kırılma noktalarıdır. Bu tür olaylar karşısında toplumun verdiği tepkiler ise yalnızca bireysel yas süreci biçiminde değil, kolektif yas uygulamalarıyla da kendini gösterir.
Toplumsal Yas ve Bellek
Toplumsal yas, bireysel kayıpların ötesinde, toplumun ortak bir kayıp duygusu etrafında şekillenen süreçtir. Anma törenleri, semboller, belgeseller ya da kayıpların kamusal alanda onurlandırılması gibi ritüeller bu sürecin bir parçasıdır. Halbwachs (1992), belleğin bireysel değil, sosyal bağlamlar içerisinde şekillendiğini savunur. Ona göre hatırlama, bireyin tek başına yaptığı bir eylem değildir; toplumun sunduğu semboller, anlatılar ve değerler üzerinden gerçekleşir. Toplum, acıyı anlamlandırarak belleğine işler.
Anlam Arayışı ve Dayanışma
Toplumsal travma aynı zamanda anlam arayışıyla iç içe geçer. Neimeyer (2001), yas sürecini yalnızca bir kaybın ardından hissedilen acı olarak değil, aynı zamanda kaybedilenle ilgili yeni bir anlam üretme çabası olarak tanımlar. Çünkü kayıpla birlikte sadece bir insanı değil, o insanla kurulan yaşam biçimini, beklentileri ve kimlik parçalarını da yitiririz. Toplumsal düzeyde ise bu; ortak değerlerin, güven duygusunun ve geleceğe dair umutların sarsılması anlamına gelir. Ancak bu anlam arayışı iyileştirici bir işlev de görebilir. Toplumlar bu tür olayları yalnızca hatırlamakla kalmaz; onları birer dayanışma hafızasına dönüştürebilir.
Örneğin, bildiğimiz üzere son dönemde yaşanan orman yangınları Türkiye genelinde geniş çaplı kayıplara yol açtı. Bu süreç yalnızca doğal alanların yok olması değil; aynı zamanda insanların yaşam alanlarının, ekonomik, kamusal kaynaklarının ve güvenlik duygularının da zarar görmesi anlamına geldi. Böyle bir ortam, kolektif hafıza ve toplumsal yas kavramlarıyla açıklanabilir. Çünkü kaybedilen hem ağaçlar ve topraklarımız, hem de birlikte kurulan yaşam biçimleri, sosyal düzen ve dayanışma duygusuydu. Dijital platformlar ise bu yas sürecinin toplum içinde paylaşılmasını ve görünür kılınmasını kolaylaştırdı.
Toplumsal Rezilyans ve İyileşme Süreci
Yas sürecinin yalnızca bireysel bir deneyim olmadığını fark etmek, toplumsal travma sonrası iyileşme açısından da önemlidir. Psikolojik dayanıklılık (rezilyans) yalnızca bireylerde değil, toplumlarda da gözlemlenebilir. Türkiye örneğinde, afet sonrası yardım kampanyaları, gönüllü destek ağları, mahalle dayanışmaları gibi örnekler bu toplumsal rezilyansın izlerini taşır. Viktor Frankl’in (1985) söylediği gibi, “İnsanın acıya verdiği anlam, onu dayanılır kılar.” Toplumlar da bu anlam üretme kapasitesiyle yeniden inşa olur.
Sonuç
Sonuç olarak, toplumsal travmalar yalnızca geçmişte yaşanıp biten olaylar değildir. Onlar aynı zamanda toplumların belleğinde yer eden, değer sistemlerini ve sosyal bağlarını şekillendiren kırılma noktalarıdır. Yas süreci ise bu kırılmalara verilen duygusal ve sosyal yanıttır. Psikoloji bilimi, bu süreçleri anlamaya, görünür kılmaya ve sağaltıcı yollar sunmaya çalışır. Sessizlikle ifade edilen, bir karanfilin ucunda ya da bir çocuğun bakışında kendine yer bulan bu yas; toplumların birlikte iyileşmesini sağlayan görünmez bir bağdır.
Kaynakça
-
Brewin, C. R., Dalgleish, T., & Joseph, S. (1996). A dual representation theory of posttraumatic stress disorder. Psychological Review, 103(4), 670–686.
-
Erikson, K. (1976). Everything in its path: Destruction of community in the Buffalo Creek flood. Simon & Schuster.
-
Fırat, S. (2019). 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ruhsal sonuçlar ve ilişkili etkenlerin incelenmesi (Yüksek lisans tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Lisansüstü Programlar Enstitüsü, Travma ve Afet Çalışmaları Uygulamalı Ruh Sağlığı Yüksek Lisans Programı).
-
Frankl, V. E. (1985). Man’s Search for Meaning. Washington Square Press.
-
Halbwachs, M. (1992). On Collective Memory. University of Chicago Press.
-
Neimeyer, R. A. (2001). Meaning reconstruction & the experience of loss. American Psychological Association.
-
Verdery, A. M., Smith-Greenaway, E., Margolis, R., & Daw, J. (2020). Tracking the reach of COVID-19 kin loss with a bereavement multiplier applied to the United States. Proceedings of the National Academy of Sciences, 117(30), 17695–17701.