Yalnızlık, hem dönemsel hem psikososyal anlamda her bir kişinin hayatında en az bir kere uğradığı bir yer, ya da doğrusu; yersizlik halidir. Kimileri için dinlenme alanı olur, kimileri içinse içine düşmemek için çırpınılan bir uçurum. Tek başımıza kalmak bazen bir huzura erişme arzusu iken; bazen de boğulma hissine dönüşür. Ama bazı insanlar için yalnızlık fikri bile kaygı vericidir. Neden yalnız kalmaktan bu kadar korkarız? Bu korku nereden gelir ve ondan kurtulmak mümkün müdür?
Bağ Kurma Arzusu ve Geri Çekilme Çelişkisi
Yalnızlık korkusu, etrafımızda kimse olmadığında değil, duygusal bağ kurma ihtiyacımız harekete geçtiğinde belirginleşir. Biriyle yakınlık kurmak isteriz veya kurmaktayızdır görünürde ama o yakınlık bir yandan da bir tehlike gibi hissedilir. Ne tam yaklaşabiliriz ne de uzak durabiliriz.
Bazı insanlar için yalnız kalmak, iç dünyada bir çeşit ebedi bir uçurumla karşılaşmak gibidir. Bu boşluk çoğu zaman geçmiş deneyimlerin bıraktığı izlerle doludur. Sessizlik geldiğinde, zihinde canlanan eski cümleler, yüzleşilmeyen duygular ve ertelenmiş düşünceler ortaya çıkabilir. İşte tam bu noktada, insanın kendisiyle meşgul olmayı deneyimleyebilmesi, bu sessizliğin anlamını dönüştürebilecek ilk adımdır.
Kaçış Yalnızlıktan mı, Sessizlikten mi?
Bazı insanlar sürekli birileriyle olmak, sosyal kalmak ister. Sessiz bir gün, boş bir akşam onları rahatsız eder. Kimileri de tam tersine, sürekli bir arada olmayı gerektiren ilişkiler kurmaktan kaçınır. Yüzeyde kalırlar, çünkü birine yaklaşırlarsa o kişinin gitme ihtimali onları korkutur. İki durumda da ortak nokta aynıdır: yalnızlık korkusu ile yüzleşmemek.
Aslında mesele yalnız kalmak değil, yalnız kalınca içimizde yükselen seslerdir. O sessizlikte kendi iç sesimizle baş başa kalırız. Ve eğer o ses sürekli eleştiriyor, yargılıyor, karamsar şeyler fısıldıyorsa, yalnızlık işte tam da o zaman ebedi bir uçurum gibi gelir. Ama iç sesimiz biraz daha anlayışlı, biraz daha yumuşaksa… Bu defa da yalnızlık, biraz nefes almak anlamına gelir.
Günümüzde sosyal medya da bu korkuyu besleyen araçlardan biri hâline geldi. Herkesin bir şeyler yaptığı, bir yerlere gittiği, arkadaşlarıyla eğlendiği fotoğraflar arasında gezinirken, yalnız geçen bir akşam bile kişiye eksiklik gibi gelebiliyor. Oysa o görüntülerin ardında da yalnızlık olabileceğini unutuyoruz.
Kendine Dönmeyi Öğrenmek
Kendimize şu soruları sormak iyi gelebilir:
- Yalnız kaldığımda kendimle ne yapıyorum?
- O sessizlikte zihnim bana neler söylüyor?
- Yalnızken kaçtığım şey gerçekten tek başıma olmak mı, yoksa yalnız kaldığımda ne olacağını bilemediğim anlar mı?
Çünkü bazen yalnızlık korkusundan değil, yalnızken zihnimizin bize söylediklerinden de kaçıyor oluruz.
Yalnızlıkla kurduğumuz ilişkiyi dönüştürmek mümkündür ama bu bir süreçtir. Önce yalnızlığı yok etmeye çalışmayı bırakmak gerekir. Savaşmak yerine, anlamaya çalışmak. Sessizliğe kulak vermek. Bir müzik, bir yürüyüş ilk adımlar olabilir. Belki sadece pencere kenarında oturmakla… Kendinle meşgul olmak, yalnızlığı besleyici bir zamana dönüştürmenin kapısını aralayabilir.
Bazı insanlar yalnızlık korkusu ile baş edebilmek için yaratıcı üretimlere yönelir. Yazmak, çizmek, fotoğraf çekmek, bazen sadece bir fincan çayın yanında düşüncelere dalmak bile, yalnızlığı anlamlı bir zamana dönüştürebilir. Aslında burada mesele kendine eşlik etmeyi öğrenmektir.
Varlıkla Temas, Kalabalıkla Değil
Ayrıca şunu da unutmamak lazım: Yanımızda biri olması her zaman “yalnız değilim” anlamına gelmez. Bazen bir ilişkideyken bile kendimizi çok daha yalnız hissedebiliriz. Gerçek duygusal bağ, sadece birinin varlığıyla değil; o kişinin bizi gerçekten görmesiyle olur. Sırf yalnız kalmamak için içinde görünmez olduğumuz ilişkileri sürdürmek, yalnızlığın kendisinden çok daha yıpratıcı olabilir.
Yalnızlık korkusunu yenmek, kalabalıklara karışmakla değil, önce kendi varlığımızla temas kurmakla mümkündür. Kendinle meşgul oldukça, başkalarının varlığına daha az ihtiyaç duyarsın. Bu da ilişkileri daha hafif, daha özgür kılar.
Son Söz Yerine: Sessizlikten Korkmamak
Yalnızlık korkusu, derinlerde bir yerlerde sevilmeme ya da dışlanma kaygısıyla bağlantılı olabilir. Ama bu korkuya rağmen yalnız kalmayı öğrenmek, kendimizle iyi geçinmeyi de beraberinde getirir ve nihayetinde bu korku ve kaygıların merhemi bile olabilir. Zamanla, yalnızlığın bir ceza değil, bir alan olduğunu fark edebiliriz. Ve bu alanı doldurmak için dışarıdan birilerini değil, içeriden bir şeyleri çağırabiliriz.
O zaman, biriyle birlikte olduğumuzda ona tutunmak zorunda hissetmeyiz; onunla gerçekten karşılaşabiliriz.