Gerçek dünyanın yüklerinden uzak, tüm kararların sizin elinizde olduğu ve sabah işe gitmek zorunda kalmadan da para kazanacağınız bir deneyimi yaşamak sizce nasıl olurdu? Harika, öyle değil mi? 2000 yılında piyasaya sürülen insan simülasyon oyunları “The Sims” ile bu deneyimi yaşamak 7’den 77’e herkes için mümkün hale gelmişti. Ayrıca geçtiğimiz aylarda oyuncularıyla buluşan “İnzoi” ile birlikte de, simülasyon oyunları yeniden gündeme taşındı. Bu tür simülasyon oyunları; oyunculara bir ya da birden fazla sanal karakterin yaşamını baştan sona kurgulama; ev inşa etme, meslekleri deneyimleme, ilişkiler kurma ve rutinler oluşturma gibi birçok fırsat sunmakta. Peki, neden binlerce insan saatler boyunca dijital karakterleri yönetiyor, kurgusal hayatlar inşa ediyor ve tekrar tekrar bu dünyalara dönüyor? The Sims ile başlayan, şimdi İnzoi ile yeniden alevlenen bu dijital yaşam kurma arzusu, aslında sadece bir eğlence biçimi mi, yoksa insan psikolojisinin derin bir yansıması mı? Gelin bu sorunun cevabını arayalım.
İnsan simülasyon oyunlarının bu kadar eğlenceli bulunmasının ardında, hem bireysel ihtiyaçlara hitap eden hem de psikolojik tatmin sağlayan pek çok etken yer alır. İlk olarak, bu oyunlar oyuncuya mutlak bir kontrol duygusu sunuyor. Gerçek yaşam çoğu zaman öngörülemezlik ve karmaşa barındırırken, dijital bir dünyada her şey önceden planlanabilir ve müdahale edilebilir hâle gelir. Oyuncu, sabah uyanma saatinden kariyer tercihlerine, sosyal ilişkilerden gündelik rutinlere kadar her detayı şekillendirme gücüne sahiptir. Ayrıca, oyuncuya sınırsız olasılık sunmaları, kişinin yaratıcılığını serbestçe ifade edebileceği bir alan da yaratır; kendi evini inşa etmek, karakterini şekillendirmek ya da farklı yaşam senaryoları kurgulamak, hayal gücünü somutlaştırmanın keyifli bir yolu olarak kabul edilebilir. Bu durum, özellikle gerçek dünyada kendini çaresiz, kontrolsüz ya da baskı altında hisseden bireyler için adeta bir psikolojik tatmin sığınağı işlevi görür.
Ayrıca bu simülasyon oyunları, bireyin alternatif kimlikler denemesine de olanak tanır. Oyuncular, gerçek hayatta olmak isteyip de olamadıkları kişilere oyun karakterleri üzerinden hayat verirler. İçine kapanık biri, oyun evreninde sosyal bir yıldız olabilir; sürekli reddedilen bir birey, orada sevilen ve kabul gören biri olur. Bu kimlik denemeleri, yalnızca eğlence değil, aynı zamanda kişinin benlik algısını genişletme ve yeniden şekillendirme sürecine de katkı sağlar. Özellikle ergenlik, geçiş dönemi veya kriz anlarında bu tarz deneyimler, bireyin kendini daha iyi tanımasına yardımcı olabilir.
Bunun yanı sıra, bu oyunlar kısa vadeli ama sürekli bir başarı ve geri bildirim sistemiyle çalışır. Oyunun sunduğu hızlı geri bildirim ve başarı hissi, günlük yaşamda eksik kalan psikolojik tatmin duygusunu besler. Gerçek hayatta emek ve ödül arasında çoğu zaman uzun bir mesafe varken, oyun dünyasında çaba hemen karşılığını bulur: terfi, sosyal statü, maddi kazanç, estetik başarılar… Bu da bireyin öz yeterlilik ve değer duygusunu güçlendirir. “Bir şeyleri başarabiliyorum” hissi, özellikle değersizlik veya yetersizlik hislerinden muzdarip bireylerde psikolojik anlamda canlandırıcı bir etki yaratabilir. Sürecin kolay ve hızlıca ilerlemesi oyuncunun kendisini, zamanın nasıl geçtiğini fark etmediği “akış” hâlinde bulmasına yol açar. Bu da oyunu hem rahatlatıcı hem sürükleyici kılar.
Ve belki de tüm bunlardan daha derin olan bir boyut: duygusal yansıtma. Oyun karakterleri, sıklıkla oyuncuların bastırılmış arzularını, korkularını ya da özlemlerini taşır. Kurulamamış aile düzenleri, yaşanamamış meslek hayalleri ya da bastırılmış sosyal istekler oyun aracılığıyla görünür hâle gelir. Oyun, sosyal ve aile ilişkilerini çatışmasız, güvenli ve kontrollü bir biçimde deneyimleme imkânı sunarak duygusal bir doyum da sağlar. Tüm bu unsurlar birleştiğinde, simülasyon oyunları yalnızca birer boş zaman etkinliği değil; aynı zamanda bireyin iç dünyasına hitap eden tatmin edici bir eğlence biçimi hâline gelir. Bu nedenle simülasyon oyunları yalnızca bir kaçış alanı değil, aynı zamanda kişinin kendi iç dünyasıyla ilişki kurduğu bir aynaya dönüşür. Bu tür oyunlar, terapi gibi analiz etmez ama hissettiklerini güvenli bir biçimde deneyimlemesine izin verir. Bu yönüyle simülasyon oyunları, bilinçdışının en sessiz ama en yaratıcı anlatım biçimlerinden birine dönüşür.
Görünürde yalnızca bir oyun gibi duran simülasyon evrenleri, aslında bireyin ruh hâlinden kimlik arayışına, başarı ihtiyacından bastırılmış arzularına kadar pek çok psikolojik katmana temas eder. Bu oyunlar, yalnızca vakit geçirmek için değil; kontrol duygusunu yeniden kazanmak, alternatif kimliklerle tanışmak, başarı hissini tatmak ve duygusal dünyayı dışa vurmak için de oynanır. Dijital ortamda kurulan o minyatür hayatlar, çoğu zaman oyuncunun gerçek yaşamda özlemini duyduğu parçaların birer izdüşümüdür. Ve belki de bu yüzden, simülasyon oyunları bu kadar sürükleyici, bu kadar eğlenceli ve bu kadar kişisel gelir. Oyunlar dünyasında kurulan bu küçük evrenler, bize hem kim olduğumuzu hem kim olmak istediğimizi fısıldar. Belki de en gerçek kaçış, kişinin kendine doğru yaptığı bu sanal yolculuktur.