Beş yaşındaki çocuk, odasında sessizce oturuyordu. Salonda yükselen gerginliği bastırmak istercesine nefesini tutmuştu. O evde ağlamak yasaktı; soru sormak, kızmak, yüksek sesle sevinmek bile… Annesinin ağlamalarını duymamak için kulaklarını sıkıca kapatmıştı. Kelimelerle anlatamadığı her şeyi, bedeniyle taşıyordu. O evde büyüyen çocuklar, duygularını ifade etmek yerine bedenlerinin her bir parçasıyla konuşmayı öğrenirler.
Bazen, sessizlik o kadar derin olur ki kelimeler de kaybolur. O an, bir çocuk, kendini ifade edemediği için bedenine yönelir. Her kas gerginliği, her ağrı, her daralma, birer anlatıdır. Duygusal bir dilin eksikliği, bedende yeni bir dilin varlığını yaratır. Bu dil, bedenin hafızasıdır. Bedende biriken her anı, her travma, o evde duyulmayan bir çığlık olarak yaşamaya devam eder.
Unutulmayan Dokunuşlar: Bedenin Hafızası
Beynimiz, yaşadığımız her anıyı sadece kelimelerle değil, bedensel ve duyusal olarak da kaydeder. Bir çocuk, ilk doğum gününde hissettiği neşeyi hafızasında saklarken, aynı şekilde bir travmayı da bedeninde taşır. Öfkenin sıkıştığı gergin bir boyun, terk edilmenin izleriyle gerilen bir karın… Beden, travmatik anları işlemeksizin taşıdığında, zamanla bu izler fizyolojik belirtilere dönüşebilir.
Somatizasyon, duyguların bedende dışavurumu olarak tanımlanır. Bu rahatsızlıklar, genellikle travmanın zihinsel düzeyde işlenememesi sonucu bedende sıkışan enerjilerden kaynaklanır. Baş ağrıları, mide problemleri, kas gerginlikleri, uyku bozuklukları… Çocukken içselleştirilen “ağlamamak” gibi yasaklar, yetişkinlikte bu tür fiziksel rahatsızlıklarla kendini gösterir.
Kilitli Odalar ve Susturulmuş Duygular
Bedenimizi bir ev olarak düşünün. Her duygu, bir odada yerini alır. Ancak bazı odalar kilitlidir. İçeri giremezsiniz. O odalarda ağlamak yasaktır, sevincinizi paylaşmak mümkün değildir. Beden, bu duyguları bastırmayı öğrendiğimiz yılların izlerini taşır.
Bir gün, bu kilitli odaların kapıları aralandığında, odaya girmeye cesaret ettiğinizde, bedenin size ne kadar derin hikâyeler anlattığını fark edersiniz. Bedenin ilk tepkileri genellikle bir şok ya da kayıptır. EMDR terapisi gibi teknikler, bu kapıları aralamak ve bu duygusal yükleri işlemek için gereken araçları sağlar.
Sessizlikten Anlamaya: Duygulara Bir Yol Açmak
Bedenin verdiği mesajları anlamak, kelimelerle ifade edemediğimiz duyguları fark etmek, terapi sürecinin temelidir. İlk başta, bu mesajlar belirsiz olabilir: “Göğsümde sıkışma var,” “Karın ağrım hiç geçmiyor,” ya da “Bazen kafamda bir ağırlık hissediyorum…” Bu mesajlar, zamanla duygusal temalarla bağlantıya geçer. Bedenin sessiz çığlıkları, duygusal işleme sürecine ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu gösterir.
EMDR terapisi, bedenin verdiği mesajları işlemeyi amaçlar. Bu terapötik süreç, bedensel duyumları zihinle ilişkilendirerek, sıkışan duyguların güvenli bir şekilde serbest bırakılmasını sağlar.
Somatik Farkındalık: Bedende Bir Yolculuk
Şu an bedeninizde en çok dikkat çeken duyumu fark edin. Belki kaslarınızın gerginliği, belki derin bir nefes almanın huzuru. Şimdi, bu duyuma bir renk atayın. O rengi görselleştirin. Eğer bu duyumu bir ifadeyle anlatacak olsanız, bu ne olurdu? O ifadeyi ve rengi bedensel bir mesaj olarak kabul edin. Bedeninizin sizden beklediği şey, bu duyumu kabul etmek ve onunla barış yapmaktır.
Son Söz: Bedenin Diliyle Barışmak
Bedenin dili, bazen ağlamaktan, bazen susturulmuş bir öfkeden daha derindir. Her bir gerginlik, her bir ağrı, her bir sıkışma, bedenin ruhsal hafızasının bir parçasıdır. Travmalar, kelimelere dökülemeyen duygulardır. Ama beden her şeyi duyurur. Onun diliyle barışmak, geçmişin kilitli odalarına girmek ve oradaki yükleri çözmek mümkündür.
Bu süreç, yalnızca ruhsal bir iyileşme değil, aynı zamanda bedensel bir özgürleşmedir. Eğer bedeninizde bir duyum hareket etmeye başladıysa, bu belki de uzun zamandır göz ardı ettiğiniz bir mesajdır. O mesajı duyduğunuzda, yeni bir dil öğreniyorsunuz: Bedenin diliyle barışmak.