Terapi süreçlerinde sıklıkla karşıma çıkan bir konuya değinmek istiyorum. Hatta sadece terapi süreçlerinde değil hayatta da bunu çok sıklıkla duyuyorum; Hayır diyemiyorum ya da Duygusal olarak kimseye yaklaşamıyorum.
Bu cümleler aslında sadece bir davranış biçimini değil, çok daha derin bir içsel çatışmayı temsil edebilmektedir çünkü hayır diyememek; sınır koyamamak ile, çatışmadan kaçınmakla, sevilme ihtiyacıyla ve kimi zaman da geçmiş travmalarla yakından ilişkilidir.
Peki, neden bazı insanlar sınır çizmekte bu kadar zorlanır? Neden “hayır” kelimesi, dudaklarımızdan çıkmakta bu kadar güçlük çekerken, içimizde fırtınalar kopartır?
Ya Kapısı Olmayan Ev, Ya Duvarı Olmayan Bahçe
İnsan ilişkileri, karşılıklı alışverişin yaşandığı uzun bir yolculuğa benzer. Bu yolculukta herkesin bir sınır çizgisi, bir “gümrük kapısı” olmalıdır. Ancak bazı yolcular, kapılarını ardına kadar açar; kimseyi sorgulamaz, neyin içeri girdiğini denetlemez. Kimileri ise kalın duvarlar örer, kilit üstüne kilit vurur; en yakını bile yanaşamaz. Ne ilkinde güvenlik kalır ne ikincisinde temas.
Sınırlarını koyamayan biri, ruhsal olarak bir açık ev gibidir. Herkese açık, ama kendisine kapalı. Bu evde misafir eksik olmaz; herkes girer, herkes ister, herkes alır… Ancak evin sahibi, yani benlik, gün geçtikçe tükenir. “Hayır” diyememek, bir çeşit görünmez yemin gibidir: “Beni terk etmesinler, beni kötü bulmasınlar, beni sevsinler.” Bu yüzden kişi, kendinden verir; zamanını, enerjisini, hatta duygularını karşısındakinin çanağına boşaltır. Oysa her çanağa su taşınırken, kendi kuyusu kurur. Ve en sonunda şöyle der: “Ben nerede kayboldum?”
Aşırı sınır ise, özgürlük değil, yalnızlık getirir. İnsan bağ kurarak iyileşir; ama bağ kurmak için belli bir geçirgenliğe, duygusal esnekliğe ihtiyaç vardır. Kalın duvarlar içinde büyüyen ağaçlar ışık görmediği için bodur kalır. Sadece nefesten, sadece hayatta kalmaktan ibaret bir yaşam, doyumdan ve gerçek yakınlıktan uzaktır.
Kale’nin İçine Herkes Giremez
Sınırlar, bir bireyin kendi benliğini koruması için çizdiği psikolojik, duygusal ve fiziksel çizgilerdir. Tıpkı bir kalenin savunma duvarları gibi… Kapıları vardır, ama bu kapılar herkese açık değildir.
Çoğu danışanımdan şu kelimeyi sıklıkla duymuşumdur: “Hayır diyemiyorum ve bu beni tüketiyor.” İnsan ilişkilerinde sınır koyamamak, yalnızca bireyin enerji kaynaklarını tüketmekle kalmaz; aynı zamanda benlik saygısını, aidiyet hissini ve psikolojik dayanıklılığı da zedeler.
Özellikle bağımlı kişilik örüntüsü, duygusal ihmal geçmişi, onaylanma ihtiyacı ve travmatik bağlanma stilleri, bireylerin sınırlarını belirlemekte zorlanmasına neden olur. Çünkü bazen bir “hayır”, aslında kendimize verdiğimiz en büyük “evet”tir.
Açık Kapılar ve Taşan Bardaklar
Çocukluk döneminde şekillenen bağlanma biçimleri, bireyin yetişkinlikte sınırlarını nasıl oluşturacağını büyük ölçüde etkiler. John Bowlby’nin Bağlanma Kuramı’na göre, bebeklikte güvenli bağlanma deneyimi yaşamayan bireyler, yetişkinlikte “ilişkileri kaybetme korkusu” ile hareket edebilirler.
Kaygılı bağlanan bireyler, terk edilme ihtimaliyle başa çıkmakta zorlanır ve bu nedenle ilişkilerde “hayır” demek gibi bir riski göze alamazlar. Bu onlar için sınır çizmek değil, sevgi ve yakınlık kaybı demektir.
Bunun yanı sıra, şema terapi kuramı da çocuklukta gelişen kalıcı inanç sistemlerinin yetişkinlikte bireyin davranış örüntülerini nasıl şekillendirdiğine dikkat çeker. Jeffrey Young tarafından geliştirilen bu modele göre, “Fedakarlık Şeması”, bireyin sürekli olarak başkalarının ihtiyaçlarını ön planda tutması ve kendi ihtiyaçlarını ihmal etmesiyle karakterizedir.
Bir örnekle açıklayalım: Yoğun bir iş ortamında sürekli olarak mesai dışı saatlerde aranan bir çalışan düşünelim. Bu kişi her seferinde “hayır” diyemeyip istenen işi yapmayı kabul ettiğinde, kısa vadede işverenin memnuniyeti kazanılır; ancak uzun vadede tükenmişlik sendromu, depresif semptomlar ve anksiyete bozuklukları gelişebilir.
Başka bir örnekte, arkadaş grubunda sürekli “arabulucu” rolüne zorlanan bir bireyi düşünelim. Bu kişi grubu bir arada tutmak adına kendi düşüncelerini dile getirmekten çekinir, çatışmadan kaçınır ve “dışlanmamak” için isteklerine aykırı olan etkinliklere katılır. Bu davranış örüntüsü zamanla benlik algısında bulanıklığa, kendine yabancılaşmaya ve içsel tatminsizliğe neden olabilir.
Hayır Diyememek = Kendi Sınırlarını Tanımamak
Hayır demek, yalnızca bir kelime değildir; bir kimlik beyanıdır. “Benim için bu uygun değil”, “Bunu istemiyorum”, “Burada durmalıyız” demektir. Ama hayır diyemeyen bireyler için bu cümleler, genellikle bir saldırı gibi hissedilir.
Çünkü o bireyin zihinsel temsillerinde, “hayır demek” = “sevilmemek”, “dışlanmak” ya da “yetersiz görülmek”le eşdeğerdir.
Bilişsel Davranışçı Terapi, bu düşünce hatalarının fark edilmesini ve yeniden yapılandırılmasını hedefler. Örneğin “Eğer hayır dersem insanlar beni bencil bulur” düşüncesi, işlevsiz bir inançtır. Terapötik süreçte bu inançlara meydan okunur ve bireyin kendi sınırlarını tanımasına, ifade etmesine yönelik beceriler geliştirilir.
İnşa Et, Yıkma: Sağlıklı Sınırlar Koruyucudur
Sağlıklı sınırlar, sert duvarlar değil; geçirgen zarlar gibidir. Ne tamamen içine kapanır, ne de dış dünyayı kontrolsüzce içeri alır. Birey, ne zaman ve kime “hayır” diyeceğini bildiğinde, kendi psikolojik bütünlüğünü korur ve daha doyumlu ilişkiler kurabilir.
Bir danışanımın şu cümlesi, sınır koymanın gücünü özetler nitelikteydi: “Hayır demeyi öğrendiğimde, kendimi ilk kez yaşarken buldum.”
Bu söz, sınırların bir engel değil, aslında özgürlüğün ta kendisi olduğunu hatırlatıyor bize. Unutmayalım: Sınır koymak, bencillik değil, özsaygının bir tezahürüdür ve her “hayır”, karşımızdakini reddetmek değil, kendi ihtiyaçlarımızı tanımak ve kabul etmektir.
Psikoterapi sürecinde bu beceriyi geliştirmek, bireyin yaşam kalitesini ve psikolojik esenliğini artırır. Özellikle bilişsel davranışçı terapi, şema terapi ve kendilik psikolojisi gibi yaklaşımlar, bireyin sınırlarını keşfetmesine ve yeniden inşa etmesine yardımcı olur.
Tıpkı bir bahçıvan gibi, ruhsal sınırlarımızı düzenli olarak kontrol etmeli, nerenin budanması, nerenin korunması gerektiğini görmeliyiz. Tüm bunların sonunda; “Kapım var, ama anahtar bende.” diyebilmeliyiz.
Kaynakça
Bowlby, J. (2016). Bağlanma: Ebeveyn ve Çocuk Arasındaki Bağın Doğası. (Çev. G. Haktanır). Kaknüs Yayınları.
Young, J. E., Klosko, J. S. ve Weishaar, M. E. (2017). Şema Terapi: Terapistler İçin Kapsamlı Rehber. (Çev. T. Karaosmanoğlu). Psikonet Yayınları.
Beck, J. S. (2020). Bilişsel Davranışçı Terapi: Temel İlkeler ve Ötesi. (Çev. M. Akgün). Nobel Akademik Yayıncılık.
Rosenberg, M. (2008). Toplum ve Benlik Saygısı: Gençlerde Benlik.