Bir film salonuna adım attığımızda kendi iç dünyamıza doğru bir yolculuğa çıkarız. Karanlıkta açılan ışık, içimizde saklı kalmış duyguları görünür kılar ve bazen de bize ait olmayan bir hikâyenin içinde kendimizi bulmamıza aracılık eder. Sinemada sadece keyifli bir zaman geçirmeyiz, aynı zamanda filmler ruhumuzun ihtiyaç duyduğu bir aynaya dönüşür. Bu ayna bazen gözyaşlarımızı akıtırken bazen de içimizde unutulmuş umutları yeniden hatırlatır.
Psikolojide “terapötik etki” olarak adlandırılan bu süreç, filmlerin bireyler üzerindeki dönüştürücü gücünü ortaya koyar (Dermer ve Hutchings, 2000).
Duyguların Dili: Katarsis
Bir sahne izleriz, gözlerimiz dolar; bazen kendimize bile itiraf edemediğimiz duygular, karakterlerin yerine bizden taşar. Aristoteles’in yüzyıllar önce “katarsis” olarak adlandırdığı bu deneyim, filmlerin en güçlü yanlarından biridir.
Sinema, söze dökemediğimiz duygulara bir ses, bir renk ve bir hikâye verir. İzleyici için bu hem bir rahatlama hem de içsel bir arınma deneyimidir (Perrin, 2016). Sinema terapisi kapsamında bu tür duygusal boşalım, bireyin bastırdığı duygularla güvenli biçimde temas etmesine yardımcı olur.
Empati ve Başkasının Hikâyesi
Sinema, bizi kendi hayatımızın dışına çıkarıp bambaşka dünyalara götürür. Bir çocuğun gözünden dünyayı görmek, farklı bir kültürün acısını hissetmek ya da bir kahramanın umuduna tanıklık etmek… Bunların her biri empatiyi besler.
Wedding ve Niemiec’in (2003) ifade ettiği gibi, filmler izleyicinin yalnızca başkalarını değil, kendisini de daha derinden anlamasına aracılık eder. Böylece film, yalnızca bir sanat eseri olmaktan çıkar; bir psikolojik etki alanına dönüşür.
Özdeşleşme ve İçsel Dönüşüm
Bir film karakteriyle özdeşleştiğimizde aslında kendi hikâyemizi yeniden yazmaya başlarız. Onların düştüğü, kalktığı ve yeniden denediği anlarda kendi yolculuğumuza dair ipuçları buluruz.
Niemiec ve Wedding’in (2014) belirttiği üzere, bu tür özdeşleşmeler yalnızca bir hayranlık değil, bireyin kendi yaşamına dair yeni bir farkındalık ve cesaret kaynağıdır.
Umudun ve Paylaşımın Gücü
Sinema bazen bir teselli, bazen de bir hatırlatmadır: Ne kadar zor olsa da yaşam devam eder. Bir karakterin umudu, izleyicinin de umudunu yeşertebilir.
Seligman’ın (2011) pozitif psikoloji yaklaşımına göre, insanlar ilham verici hikâyelerden güç alır. Film izlemek çoğu zaman tek başına değil, başkalarıyla birlikte gerçekleşir. Salonun karanlığında paylaşılan kahkahalar veya gözyaşları, ilişkileri derinleştiren görünmez bağlar örer (Taylor, 2011).
Bağlanma Perspektifi: Güvenli Bir Liman Olarak Sinema
Bowlby’nin (1988) bağlanma teorisine göre, hayatımızda güvenli bir liman işlevi gören figürlere ihtiyaç duyarız. Bu figürler zor zamanlarda sakinleştirici, kabul edici ve destekleyici bir rol oynar, ancak herkes bu tür ilişkilere erişemeyebilir.
Sinema bu eksikliği sembolik olarak telafi edebilir. Uluslararası örneklere baktığımızda; Kayıp Balık Nemo (Finding Nemo) filminde babanın çocuğunu arayışı ve koşulsuz sevgisi izleyiciye güvenli bağlanmanın sıcak yüzünü gösterir.
Can Dostum (Good Will Hunting) filminde terapist ile danışan arasındaki ilişki, bireyin kendi bağlanma örüntülerini gözden geçirmesine imkân tanır. Bu örnekler, sinemanın izleyiciye yalnızca bir hikâye sunmakla kalmayıp, güvenli bağlanmanın deneyimlenebileceği bir alan yarattığını gösterir (Holmes, 2010; Mikulincer ve Shaver, 2016).
Türk sinemasında da benzer örnekler vardır. Babam ve Oğlum filminde, baba ve oğul arasındaki yeniden kurulan bağ izleyicide derin bir güven ve aidiyet duygusu uyandırır. Kelebeğin Rüyası filminde dostluğun ve dayanışmanın sıcaklığı, zor zamanlarda bir güven kaynağı olarak öne çıkar.
Sinema Terapisi
Sinema terapisi, danışanın kendi yaşam öyküsüyle paralel filmler seçerek duygularını fark etmesini ve içgörü kazanmasını sağlar (Dermer ve Hutchings, 2000).
Örneğin:
-
Kaybın acısını yaşayan bir danışan, Yaşamın Kıyısında (Manchester by the Sea) filmi üzerinden yas sürecine dair bastırdığı duygularıyla temas edebilir.
-
Ergenlikte kimlik arayışıyla mücadele eden bir genç, Saksı Olmanın Faydaları (The Perks of Being a Wallflower) veya Mustang filmlerinde kendini bulabilir.
-
Bağlanma kaygısı veya kaçınma davranışı gösteren yetişkinler, Issız Adam veya Babam ve Oğlum filmlerindeki ilişki dinamiklerini gözlemleyerek kendi duygusal tepkilerini fark edebilir.
Ayrıca; Umudunu Kaybetme (The Pursuit of Happyness) ve Kelebeğin Rüyası gibi umut ve direnç temalı filmler, danışanın zorlayıcı yaşam olayları karşısında motivasyon ve umut geliştirmesine katkı sunabilir.
Terapist, filmleri yalnızca izletmekle kalmaz; danışanın filmdeki karakterlerle kurduğu özdeşimleri, hissettiği duyguları ve fark ettiği düşünce kalıplarını anlamlandırmasına rehberlik eder. Bu süreç, terapistin açık uçlu sorular yöneltmesi, duyguları yansıtması ve danışanın kendi deneyimleriyle bağlantı kurmasına yardımcı olmasıyla derinleşir.
Tüm bunlar, danışanın yargılanmadan, kabul ve empatiyle karşılandığı güvenli bir terapötik ortamda gerçekleşir. Böylece film, danışanın kendi yaşam öyküsünü keşfetmesine, duygularını ifade etmesine ve içgörü geliştirmesine destek olan etkili bir araç haline gelir.
Sonuç: Sinema Bir Güvenli Liman Olarak
Sinema, yalnızca izlenip geçilen bir sanat değildir; ruhun derinliklerine dokunan, bazen teselli eden, bazen de iyileştiren bir yol arkadaşıdır. Duygularımızı görünür kılar, empatiyi besler, içgörü kazandırır ve umudu yeşertir.
Bağlanma teorisi perspektifinden bakıldığında, filmler hayatın fırtınalı anlarında güvenli bir liman gibi bizi kucaklayabilir. Sinema hem gözlerimizi hem de kalbimizi açan iyileştirici bir deneyimdir.
Belki de bir film salonundan çıktığımızda, kendimizi yalnızca başka bir hikâyeye tanıklık etmiş değil, biraz da kendi iç yolculuğumuza dokunmuş hissederiz.
Kaynakça
-
Bowlby, J. (1988). Güvenli bir üs: Anne-baba-çocuk bağlanması ve sağlıklı insan gelişimi. Basic Books.
-
Dermer, S. B., & Hutchings, J. B. (2000). Aile terapisinde filmlerin kullanımı: Bireyler, çiftler ve aileler için uygulamalar. The American Journal of Family Therapy, 28(2), 163–180. https://doi.org/10.1080/019261800261734
-
Holmes, J. (2010). Güvensizliği keşfetmek: Bağlanma odaklı psikanalitik psikoterapiye doğru. Routledge.
-
Mikulincer, M., & Shaver, P. R. (2016). Yetişkinlikte bağlanma: Yapı, dinamikler ve değişim (2. baskı). Guilford Press.
-
Niemiec, R. M., & Wedding, D. (2014). Filmlerle pozitif psikoloji: Filmleri erdem ve karakter güçlerini geliştirmek için kullanmak (2. baskı). Hogrefe Publishing.
-
Perrin, A. (2016). Aristoteles’in katharsis teorisi: Psikanalitik bir yeniden değerlendirme. The International Journal of Psychoanalysis, 97(4), 1035–1054. https://doi.org/10.1111/1745-8315.12546
-
Seligman, M. E. P. (2011). Gelişmek: Mutluluk ve iyi oluşun vizyoner bir anlayışı. Free Press.
-
Taylor, S. E. (2011). Sosyal destek: Bir inceleme. M. S. Friedman (Ed.), Sağlık psikolojisi el kitabı içinde (ss. 189–214). Oxford University Press.
-
Wedding, D., & Niemiec, R. M. (2003). Psikoterapide filmlerin klinik kullanımı. Journal of Clinical Psychology, 59(2), 207–215. https://doi.org/10.1002/jclp.10142