Bazı insanlar ilişkilerde hep daha fazla verir. Daha çok anlar, daha çok susar, daha çok affeder. Ne kadar çabaladığını kimse fark etmez, ama o yine de elinden geleni yapar. Çünkü içten içe inanır: “Eğer yeterince seversem, yeterince iyi davranırsam, kimse beni terk etmez.” Bazen buna “fedakârlık” denir, ama çoğu zaman bu, sessiz bir korkunun ürünüdür. Kaybedilme korkusu, reddedilme korkusu ya da yalnız kalma korkusu… Adına ne dersek diyelim, bu korku kişiyi İlişkilerde Fazla Vermek davranışına iter; yani sevilmek için kendini tüketmeye.
Birçok kişi ilişkilerinde “yine ben mi çok verdim?” diye düşünmüştür. Ama fazla vermek çoğu zaman bilinçli bir tercih değildir; çocukluktan gelen bir hayatta kalma biçimidir. Bazı çocuklar, sevilmek için “iyi” olmayı öğrenir. Annesi üzülmesin diye ağlamaz, babası sinirlenmesin diye sessiz kalır. Zamanla şu inancı geliştirir: “Ben ne kadar uyumlu olursam, o kadar sevilirim.” Böylece çocuk, kendi duygularını bastırarak ebeveyninin duygusal ihtiyaçlarını karşılamayı öğrenir. Büyüyüp yetişkin olduğunda da aynı rolü sürdürür — sadece bu kez karşısında ebeveyn değil, partner vardır.
İlişkilerde fazla veren kişiler genellikle “iyi niyetli” olarak bilinir. Gerçekten de öyledirler. Düşüncelidirler, empatik davranırlar, karşısındakini kırmamaya çalışırlar. Fakat çoğu zaman bu iyi niyetin içinde görünmez bir korku barınır. Eğer yeterince verirlerse, ilişkiyi kurtarabileceklerine inanırlar. Partneri uzaklaştığında daha fazla mesaj yazar, soğuk davrandığında daha çok ilgilenir, bir şey ters gittiğinde suçu önce kendinde arar. “Ben neyi yanlış yaptım?” sorusu, onların en tanıdık cümlesidir. Çünkü kaybı önlemek için hep kendilerini sorumlu hissederler. Bu davranış döngüsünü besleyen temel şey ise Kaybetme Korkusudur.
Bu insanlar aslında sevgiye değil, güvene açtır. Ama güveni hiçbir zaman tam olarak deneyimlemedikleri için, ilişkilerde huzuru “kontrol”le sağlamaya çalışırlar. Sessizleşen partnerini anlamaya, duygularını çözmeye, hatta bazen onu değiştirmeye çalışır. İçten içe, “ben yeterince çabalarsam bu ilişki düzelir” diye düşünürler. Oysa bu çaba, çoğu zaman tek taraflıdır. Çünkü karşısındaki insan, o kadar çok ilgi ve enerji içinde kendini vermek zorunda hissetmez. Böylece “veren” taraf gittikçe daha yorgun, daha kırılgan, daha görünmez hâle gelir.
Bir süre sonra içinde sessiz bir öfke birikir. Ama bu öfke bile dile getirilemez. Çünkü “ya beni yanlış anlarsa, ya beni bencil görürse” korkusu hemen devreye girer. Bu nedenle fazla veren kişi, bir yandan tükenirken bir yandan da sessiz kalır. Kendisini geri plana atmak alışkanlık hâline gelir. Ve en acısı, bir noktadan sonra gerçekten ne hissettiğini bile bilemez. “Ben ne istiyorum?” sorusu bile cevapsız kalır. Çünkü yıllardır öncelik hep başkalarına verilmiştir.
Fazla veren kişiler genellikle “ben böyleyim” der. Oysa bu, doğuştan gelen bir özellik değil, öğrenilmiş bir davranıştır. Bir zamanlar işe yarayan bir davranıştır sadece. Çocukken “iyi” olmanın sevgiyi getirdiğini zannederken; şimdi de “fazla vererek” aynı güveni arıyorlar. Ama fark edilmesi gereken şey şu: Gerçek sevgi, çaba ile değil, denge ile yaşar. Sürekli veren biriyle sürekli alan biri arasında yakınlık değil, dengesizlik vardır. Ve bu dengesizlik uzun vadede sevgiyi de tüketir.
Bu döngüyü kırmanın ilk adımı fark etmektir. Birine bir şey yaptığında, “bunu gerçekten istiyor muyum, yoksa kaybetmemek için mi yapıyorum?” diye sormak gerekir. Çünkü fazla vermek çoğu zaman sevgiden değil, korkudan beslenir. Korkular fark edildiğinde, sevgi daha sade ve gerçek hâle gelir. Bu noktada kişi, “sevilmek için değil, paylaşmak için veriyorum” diyebilmeye başlar.
Sınır Koymak, çoğu fazla veren için en zor adımdır. Çünkü yıllarca sınır koymamayı “sevmek” sanmışlardır. Oysa sınır, sevgisizliğin değil, özsaygının göstergesidir. “Benim de duygularım var” demek, “seni sevmiyorum” anlamına gelmez; tam tersine, “kendimi de önemsiyorum” demektir. İlişkilerde gerçek yakınlık, iki tarafın da var olabildiği yerde olur. Biri kendini tamamen silerse, o ilişkide sadece bir kişi kalır.
Bazen en büyük sevgi, artık fazlasını vermemektir. Çünkü sürekli vermek, karşı tarafa da gelişme alanı bırakmaz. Her şeyi sen düşünür, sen toparlarsan, karşındaki insanın büyüme sorumluluğu elinden alınır. Gerçek sevgi, karşılıklı büyüme alanı tanımaktır. Ve bazen bu, geri çekilmeyi ya da sadece kendine iyi bakmayı gerektirir.
Gerçek Sevgi Dengede Büyür
Sevilmek için fazla veren biri, sonunda genellikle şu farkındalığa varır: “O kadar çok şey yaptım ama ben zaten değerliydim.” Bu fark ediş kolay olmaz, çünkü yılların inancını sarsar. Ama bir kere o iç ses duyulduğunda, ilişkilerde yeni bir denge doğar. Artık sevgi, korkuyla değil, seçimle yaşanır. Artık birini kaybetmemek için değil, gerçekten paylaşmak için sevilir.
İlişkilerde fazla vermek aslında bir çocuğun hâlâ görülme çabasıdır. Ama yetişkin olduğunda artık o çabayı sürdürmek zorunda değilsin. Sevgi, kazanılacak bir şey değil, yaşanacak bir şeydir. Ve bazen en büyük cesaret, artık fazla vermemektir. Çünkü kendini korumak, sevgisiz olmak değil; kendine de aynı sevgiyi gösterebilmektir.


