Cumartesi, Kasım 15, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Psikolojik Borçlar: Kendimize ve Başkalarına Ödediğimiz Görünmez Bedeller

Hayatta bazı borçlar parayla değil, duygularla ödenir. Bazen birine hayır diyemediğimizde, bazen kendi ihtiyaçlarımızı ertelediğimizde, bazen de geçmişte aldığımız bir sevginin bedelini sürekli karşılık verme zorunluluğuyla ödediğimizde… Görünmez ama ağır bir yük taşırız: Psikolojik Borçlar. Bu borçlar, çoğu zaman farkında olmadan ruhsal enerjimizi tüketir. İnsan ilişkilerinde verdiğimiz fazlalıklar, söyleyemediğimiz kelimeler, bastırdığımız öfke ve içimizde biriken suçluluk duygusu, hepsi birer duygusal kredi gibidir. Zamanla faizi artar ve içsel huzurumuzdan öderiz.

Karşılıklılık İlkesinin Gölgesinde Oluşan Bağlar

Psikolojik borçların temelinde genellikle karşılıklılık ilkesi yatar. Sosyal psikolojiye göre insanlar, iyiliğe iyilikle, sevgiye sevgiyle karşılık verme eğilimindedir. Ancak bazı bireylerde bu eğilim, sağlıksız bir zorunluluğa dönüşür. “Bana iyilik yaptı, karşılığını vermeliyim”, “Beni kırmadı, ben de onu kıramam”, “Benim için çok şey yaptı, onu bırakamam” gibi içsel söylemler, görünmez bağlar yaratır. Bu bağlar, sevgi temelli gibi görünse de, çoğu zaman özgürlüğü kısıtlayan duygusal zincirlere dönüşür.

Erken Çocukluk Deneyimleri Ve Bağlanma Döngüleri

Bu durumun kökeni çoğu kez erken çocukluk deneyimlerinde bulunur. Bir çocuk, sevgiyi koşullu olarak deneyimlediyse — örneğin “iyi çocuk” olduğunda sevildiyse — ilerleyen yaşlarda sevilmek için sürekli vermek, memnun etmek veya borcunu ödemek zorunda hisseder. Bowlby’nin bağlanma kuramı (1969), bu döngüyü açıklar. Güvensiz bağlanan bireyler, ilişkilerinde sevgi kaybı korkusuyla fazla uyumlu davranır. Böylece ilişkilerde dengesiz bir “veren-alan” döngüsü oluşur: bir taraf sürekli verir, diğeri sürekli alır. Bu görünmez borç ilişkisi, zamanla hem bireysel hem de duygusal tükenmişliğe yol açar.

Klinik gözlemlerde bu dinamik sıkça karşımıza çıkar. Birçok danışan, “O kadar emek verdim, ama kıymetimi bilmedi” ya da “Ben hep idare ettim, şimdi neden ben suçluyum?” gibi ifadelerle gelir. Bu cümlelerin altında genellikle şu gizli mesaj yatar: “Ben ödedim, ama borcum bitmedi.” Psikolojik borç, burada bir duygusal muhasebe biçiminde işler. İnsan, kendi verdiğini içsel bir deftere kaydeder; ancak karşılığını alamadığında hayal kırıklığı yaşar.

Bu durum özellikle yüksek empatiye sahip kişilerde daha sık görülür. Çünkü onlar, başkalarının duygusal ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarının önüne koymaya eğilimlidir.

Kendimize Karşı Biriken Borçlar

Psikolojik borçlar yalnızca başkalarına karşı değil, kendimize karşı da birikir. “Kendime iyi bakmalıyım” derken ertesi gün yine başkalarını önceliklendirmek, “Artık kırılmayacağım” deyip yine aynı döngüye girmek, “Artık affetmeyeceğim” deyip yine affetmek… Bunların her biri kendimize olan borçlarımızı artırır. Kişi, kendi benliğine verdiği sözleri tutamadıkça, içsel bir güvensizlik gelişir. Bu güvensizlik, zamanla “kendine borçlu kalmış bir yaşam” hissine dönüşür. Özsaygı bu noktada erimeye başlar.

Bilinçdışı düzeyde ise suçluluk duygusu, psikolojik borçların en güçlü yakıtıdır. Suçluluk insanı eyleme zorlar; tıpkı ödenmesi gereken bir borç gibi içten içe rahatsız eder. Freud’un (1923) tanımladığı süperego bu noktada devreye girer: toplumsal kuralları ve içselleştirilmiş ebeveyn seslerini temsil eden süperego, bireye “daha fazlasını yapmalısın” der. Bu ses, kişiyi sürekli sorumluluk almaya iter. Ancak bu içsel baskı, zamanla kronik bir yetersizlik duygusu yaratır. Kişi ne kadar verir, ne kadar çaba gösterirse göstersin, hep eksik hisseder.

Eşitsiz İlişkiler Ve Duygusal Bağımlılık

Sosyal ilişkilerde psikolojik borçların en yıkıcı etkisi, eşitsizliğin süreklilik kazanmasıdır. İlişki dinamikleri “veren” ve “alan” arasında kalıplaşır. Veren kişi bir noktada tükenir, ama bırakamaz; çünkü artık ilişkiden değil, suçluluktan beslenmektedir. Alan kişi ise çoğu zaman bu döngünün farkında değildir; verilenleri doğal bir akış olarak görür.

Bu durum, duygusal bağımlılık (emotional dependency) denilen yapıyı doğurur. Kişi, sevgiyle değil, borç duygusuyla bağ kurar. Sevginin koşulsuz doğası, yerini zorunlu sadakate bırakır.

İyileşme: Borcu Görmek, Sınırı Çizmek, Özgürleşmek

Psikolojik Borçların fark edilmesi, iyileşmenin ilk adımıdır. Bunun için bireyin kendi içsel muhasebesini gözden geçirmesi gerekir:
“Ben kimlere ne borçlu hissediyorum?”
“Bu borç gerçekten bana mı ait, yoksa bana yüklenen bir sorumluluk mu?”
“Başkaları benden ne kadar alıyor, ben ne kadar veriyorum?”

Bu sorular, Duygusal Sınırların yeniden çizilmesine yardımcı olur. Çünkü her ilişki, ancak iki tarafın da özgür olduğu bir zeminde sağlıklıdır.

Bu süreçte Öz-Şefkat yine kritik bir rol oynar. Neff’in (2003) vurguladığı gibi, öz-şefkat geliştiren bireyler, kendilerini yargılamadan sınır koyabilirler. “Hayır” demek suçluluk değil, özsaygı göstergesidir. “Artık borcumu ödedim” diyebilmek, duygusal özgürleşmenin ifadesidir. Çünkü gerçek sevgi, borçla değil, seçimle sürer.

Psikolojik borçlardan kurtulmak, ilişkilerde yeni bir denge kurmayı gerektirir. Bunun için bazen “eksik kalmayı” kabul etmek gerekir. Her şeyi telafi etmeye çalışmak, ruhsal enerjiyi bitirir. Bazen bir özrün, bir jestin, bir fedakârlığın karşılığı olmayabilir. Ancak bu, değersiz olduğumuz anlamına gelmez. Tam tersine, bu farkındalık insanı kendi iç bütünlüğüne yaklaştırır. Kendi duygularını fark eden, ihtiyaçlarını gözeten ve sınırlarını çizebilen kişi, borç değil, denge ilişkisi kurabilir.

Sonuçta, psikolojik borçların en tehlikeli yönü, görünmez olmalarıdır. Çünkü kimse “sen bana borçlusun” demez; ama içimizde bir ses sürekli bunu fısıldar. O sesi susturmanın yolu, onunla yüzleşmektir. Kendimize ve başkalarına ödediğimiz bedellerin farkına vardığımızda artık daha bilinçli seçimler yapabiliriz. Sevgi, özveri, yardımseverlik elbette değerlidir; ancak bunlar borç duygusuyla değil, içten gelen bir özgürlükle sunulduğunda anlam kazanır. İnsanın kendine verebileceği en büyük hediye, “artık borcum kalmadı” diyebildiği içsel huzurdur.

Kaynakça

• Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Vol. 1. Attachment. Basic Books.
• Freud, S. (1923). The ego and the id. Hogarth Press.
• Neff, K. D. (2003). Self-compassion: An alternative conceptualization of a healthy attitude toward oneself. Self and Identity, 2(2), 85–101.
• Young, J. E., Klosko, J. S., & Weishaar, M. E. (2003). Schema therapy: A practitioner’s guide. Guilford Press.

Mustafa Nevzat Modanlar
Mustafa Nevzat Modanlar
Mustafa Nevzat Modanlar, İstanbul Esenyurt Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunudur. Bireysel yetişkin, aile, çocuk ve ergen danışmanlığı alanlarında çalışmakta; travma, ilişki dinamikleri ve kişisel gelişim konularına odaklanmaktadır. Terapi yaklaşımında Bilişsel Davranışçı Terapi, Çözüm Odaklı Terapi ve NLP tekniklerini eklektik bir bakış açısıyla harmanlamaktadır. Akademik yazıları Blogger’da yayımlanan Modanlar, Instagram, YouTube ve dijital mecralarda psikolojik farkındalık içerikleri üretmeye devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar