Bir sabah uyanıyorsun, daha gözünü tam açmadan aklında bir liste beliriyor. Daha fazla okumalı, daha çok çalışmalı, kendini geliştirmeli, fırsatları kaçırmamalısın. Sosyal medyada insanlar sabah beşte kalkıp koşuya çıkıyor, ardından meditasyon yapıp kitap okuyor, sonra “verimli bir gün” paylaşıyor. Sen de bir yandan kahveni karıştırırken, içten içe suçluluk hissediyorsun. Çünkü dün erken yatamadın. Çünkü hedeflerine yeterince yaklaşmadın. Çünkü her zaman biraz daha iyi olabilirdin.
Modern insanın ruh hâli bu: Bitmeyen bir “yapmalıyım” listesiyle yaşamak. Dinlenmek, durmak, hiçbir şey yapmamak neredeyse günah sayılıyor. “Boş zaman” bile verimli kullanılmak zorunda. Dizi izliyorsan o dizi İngilizce olsun ki dilin gelişsin. Spor yapıyorsan verimini ölçen bir akıllı saat tak. Arkadaşlarınla buluşuyorsan bir yandan networking de yap. Hiçbir şey “sadece keyif için” olamaz artık. Her şey bir amaca, bir gelişmeye, bir dönüşüme hizmet etmeli.
Sürekli Gelişme Takıntısı ve İçsel Baskı
Bu yorgunluk biçimi klasik tükenmişlikten farklı. Artık sadece çok çalışmaktan değil, sürekli kendini optimize etme çabasından yoruluyoruz. “Daha iyi bir versiyonum” fikri, motivasyon kaynağı olmaktan çıkıp bir tür içsel baskıcıya dönüşüyor. “Bugünkü sen yeterli değilsin” diyen o ses, her sabah bizden önce uyanıyor. Belki işte başarılıyız, ilişkilerimiz fena değil, ama içimizde bir huzursuzluk: “Yine de bir şey eksik.”
Bu eksiklik duygusu, kapitalizmin en sessiz ama en etkili pazarlama stratejisi hâline geldi. “Yetmezlik hissi” üzerine kurulu bir dünya düzeninde, hep bir adım geride hissetmemiz tesadüf değil. Daha iyi bir cilt, daha iyi bir vücut, daha iyi bir zihin, daha iyi bir benlik… Bize satılan her şey “mevcut halin yetersiz” önermesiyle başlıyor. Psikolojinin diliyle söylersek, artık çoğumuz kendilik değerini performans üzerinden kuruyoruz. Yani “iyi hissetmek” için “iyi olmak” yetmiyor; sürekli “daha iyi” olmak gerekiyor. Ve bu denklemde dinlenmeye yer yok.
Dinlenemeyen Zihin ve Boşluğa Tahammülsüzlük
Dinlenmek artık “kayıp zaman” gibi algılanıyor. Oysa insan zihni boşlukta, hareketsizlikte, hiçbir şey yapmazken de çalışır. Yaratıcılık, sezgi, hatta duygusal iyileşme bu boşluklarda filizlenir. Ama boşluğa tahammülümüz kalmadı. Telefon elimizde, ekran sürekli yanıyor, sessizlik bizi rahatsız ediyor. Belki de en büyük korkumuz, durduğumuzda iç sesimizi duymak. Çünkü o ses yıllardır ertelenmiş yorgunlukları, bastırılmış duyguları, söylenmemiş cümleleri hatırlatır. Ve biz, bu yüzleşmeyi “verimli” bulmayız.
Psikoloji literatüründe öz şefkat diye bir kavram var. Kendine anlayışla yaklaşmak, hata yapma hakkını tanımak, yeterince iyi olmayı kabul etmek. Bu kavram son yıllarda çok konuşuluyor ama uygulamada neredeyse hiç yok. Çünkü öz şefkat, “kendini geliştirme” kültürüyle çelişiyor. Öz şefkat “olduğun hâlinle iyisin” derken, gelişme kültürü “daha iyi olmalısın” diyor. Bu iki sesin çatışması zihnimizde sürekli bir iç gürültü yaratıyor. Bazen bu gürültü öyle büyüyor ki, sessizlik bile yorucu gelmeye başlıyor.
Kontrol İllüzyonu ve İnsanın Eksikliğiyle Barışmak
Peki neden bu kadar kendimizi zorluyoruz? Belki de kontrol hissi için. Belirsiz bir dünyada, bir şeyleri “geliştiriyor” olmak güven veriyor. Kendimizi, hayatımızı, hatta duygularımızı “yönetebildiğimizi” hissetmek istiyoruz. Ama kontrol, paradoksal biçimde, bizi daha da sıkıştırıyor. Çünkü insan, doğası gereği eksik bir varlık. Her şeyi planlayamaz, her duyguyu düzenleyemez, her zaman üretken olamaz. İnsan olmanın bir parçası da dağılmak, sıkılmak, tembelleşmek, bazen hiçbir şey yapmamaktır.
Belki de asıl gelişme, bu eksiklikle barışmakta gizlidir. Sürekli yeni beceriler edinmek, kurslara gitmek, sabah rutinleri oluşturmak değil; bazen kendini olduğu hâliyle kabul etmek en radikal eylemdir. Çünkü durmak cesaret ister. Akışa kapılmak kolaydır, durmaksa sorgulamayı gerektirir. “Ben neden koşuyorum?” sorusunu sormak, çoğu zaman koşmaktan daha zor.
Gerçek Dinlenme ve Var Olma Cesareti
Bazen düşünüyorum: Belki de modern çağın en büyük lüksü, hiçbir şey yapmadan bir saat geçirmek. Ne bildirim, ne görev, ne hedef… Sadece var olmak. Ama o kadar uzun süredir kendimizi “yaparak” tanımlıyoruz ki, “var olma” hâlini unuttuk. Oysa insan yalnızca yaptıklarıyla değil, hissettikleriyle, düşündükleriyle, hatta yapmadıklarıyla da vardır.
Dinlenmek, kendini geliştirme sürecinin düşmanı değil, gizli müttefikidir.
Bir gün kendimize şu soruyu sormamız gerekebilir: “Gerçekten gelişiyor muyum, yoksa sadece kaçıyor muyum?”
Bazen üretkenliğin arkasına gizlenen korkular vardır: boşluk korkusu, değersizlik korkusu, görünmez olma korkusu. Koşuyoruz çünkü durursak o korkular bizi yakalayacak sanıyoruz. Ama belki de tam tersine, ancak durduğumuzda onlardan kurtulabiliriz.
Kendini yormadan da ilerlemek mümkündür. Hatta belki de gerçek ilerleme orada başlar. Çünkü dinlenebilen bir zihin daha yaratıcı, daha merhametli, daha dikkatli olur. Ve belki de en büyük gelişme, sonunda şunu diyebilmektir:
“Olduğum hâlim yeterli. Bir süre böyle kalabilirim.”


