Perşembe, Ekim 16, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

MASANIN ETRAFINDA: KOLEKTİF BELLEK VE YEME RİTÜELLERİNİN SOSYAL PSİKOLOJİSİ

Bir masanın etrafına oturduğumuzda yalnızca yemek yemeyiz; hatırlamak, paylaşmak ve kim olduğumuzu yeniden kurmak için bir araya geliriz. Sofra, insanlık tarihinin en eski ortak alanlarından biridir. Ateşin çevresinde toplanan ilk insan topluluklarından günümüzün modern mutfaklarına kadar yemek paylaşımı, hem bedensel hem de duygusal bir doyum yaratır.

Modern psikoloji bu olguyu kolektif bellek ve ritüel davranış kavramlarıyla açıklar. Kolektif bellek, bireysel anıların ötesinde, toplumun ortak hafızasında yer eden deneyimleri temsil eder. Fransız sosyolog Maurice Halbwachs’a göre anılar bireysel olarak değil, toplumsal çerçeveler içinde inşa edilir. Sofralar da bu çerçevelerin en somut biçimlerinden biridir; geçmişin, kimliğin ve aidiyetin sessiz taşıyıcılarıdır.

SOFRA: RİTÜELİN SESSİZ DİLİ

Sofra, kültürel ve duygusal düzeyde bir ritüel alanıdır. Her toplumda yemek yeme biçimleri, oturma düzenleri, hatta sessizlik anları bile sembolik anlamlar taşır. Sosyolog Émile Durkheim’a göre ritüeller, toplumsal dayanışmayı görünmez bağlarla sürdürür.

Sosyal psikoloji açısından bu ritüeller, öngörülebilirlik ve güven duygusu yaratarak toplumsal dayanıklılığı güçlendirir. Aile yemekleri bunun en belirgin örneklerindendir. Her akşam aynı masada bir araya gelmek, çocuklara yalnızca beslenmeyi değil, aidiyet ve bağlılık hissini de öğretir.

Psikanalitik açıdan bu paylaşım, ilk bakım verenle kurulan “beslenme ilişkisinin” sembolik bir tekrarını temsil eder. Böylece masada kurulan bağ, bireyler arasında olduğu kadar kuşaklar arasında da duygusal bir süreklilik yaratır.

BELLEĞİN MEKÂNI OLARAK SOFRA

Halbwachs, belleğin toplumsal biçimlerini açıklarken, anıların her zaman belirli bir mekân içinde yaşadığını vurgular. Bu bağlamda sofra, yalnızca bir nesne değil, belleğin sahnelendiği bir mekândır.

Bir aile yemeğinde tattığımız dolma, yalnızca o ana değil, geçmiş kuşaklara da bir köprü kurar. Kimi tatlar çocukluğun mutfak sesini, kimi kokular anne elinin sıcaklığını çağrıştırır. Bu nedenle yemek, belleğin maddi bir formu olarak görülebilir.

Sofra düzeni, bir evin duygusal mimarisidir; her tekrar geçmişi şimdiye taşır. Bir sandalyenin hep aynı yerde durması bile, aile belleğinin sessiz bir devamıdır.

TATLARIN KİMLİĞİ: KÜLTÜRÜN SOFRADAKİ HAFIZASI

Yemek ritüelleri, kültürel kimliğin yeniden üretildiği alanlardır. Her toplumun mutfağı, tarihsel deneyimlerinin bir yansımasıdır. Japonya’daki sabah çorbası dinginliği, İtalya’daki makarna sofraları paylaşımı, Türkiye’deki uzun akşam yemekleri ve çay sohbetleri misafirperverliği temsil eder.

Kültürel psikolojiye göre bu gelenekler, bireylerin kendilerini “biz”in içinde konumlandırmasını sağlar. Göç süreçlerinde bu bağ daha da belirginleşir: Yurtdışında yaşayan birinin memleket yemeğini pişirmesi, yalnızca damak zevki değil, aidiyetin yeniden inşasıdır.

Pierre Bourdieu’nün habitus kavramının da gösterdiği gibi, yemek tercihleri bireysel bir zevkten çok, bireyin içinde yetiştiği toplumsal koşulların ve kültürel birikimin bir yansımasıdır. Bu nedenle sofralar, toplumsal kimliğin ve kültürel belleğin sürekliliğini taşıyan duygusal arşivler haline gelir.

YALNIZ SOFRALAR: MODERNİTENİN SESSİZLİĞİ

Modern yaşam biçimleri, bu ritüellerin biçimini dönüştürmüştür. Dijital çağın bireyselleşen toplumunda yemek, çoğu zaman yalnız yenir; ekran karşısında, sessiz ve hızlı bir eyleme dönüşür.

Eskiden sofralar günün paylaşıldığı, duyguların aktarıldığı alanlarken, bugün yalnız yenen hazır yemekler toplumsal ve duygusal kopuşun sembolü haline gelmiştir.

Sosyal psikoloji bu durumu aidiyet eksikliği ve duygusal izolasyon kavramlarıyla açıklar. Yalnız yemek, beynin sosyal ödül devresini yavaşlatır; dopamin döngüsü etkileşimden çok tüketime yönelir. Bu nedenle modern birey, doyarken bile doyumsuzluk hissi yaşar.

Son yıllarda ortaya çıkan mindful eating (farkındalıkla yeme) pratikleri, bu döngüye bir yanıt niteliğindedir. Yavaş yeme, yalnızca bedensel farkındalığı değil, psikolojik varlığı da yeniden kurar; modern hayatın hızına karşı sessiz bir dirençtir.

TATLARIN TESELLİSİ: DUYGUSAL HAFIZANIN LEZZETİ

Geçmişin sofraları hâlâ duygusal bir sığınak sunar. Kaygılı, stresli ya da yalnız hissettiğimizde yöneldiğimiz comfort foodlar yalnızca bir tat değil, psikolojik bir teselli işlevi görür.

Bu yiyecekler beynin ödül merkezini uyarır; dopamin ve serotonin salgısını artırarak rahatlama sağlar. Aynı zamanda limbik sistemdeki duygusal belleği harekete geçirir. Her tat, geçmiş bir duygunun yankısını taşır; bu nedenle yemek, yalnızca duyusal değil, duygusal bir deneyimdir.

SOFRADA DAYANIŞMA: PAYLAŞMANIN PSİKOLOJİSİ

Sofra, toplumsal yeniden bağlanmanın sahnesidir. Birlikte yemek yemek, grup içi dayanışma ve empatiyi güçlendirir. Sosyal psikolojide bu olgu, grup kohezyonu olarak tanımlanır.

Kriz zamanlarında insanlar, ortak yemekler aracılığıyla güven ve destek duygusunu yeniden kurar. Deprem sonrası kurulan dayanışma mutfakları ya da bayram sofralarında birleşen aileler, yemeğin birleştirici gücünü gösterir.

Yemek paylaşmak, yalnızca biyolojik değil, toplumsal bir iyileşme sürecidir.

SONUÇ: MASA ZAMANI DURDURUR

Yemek, insanın yalnızca fizyolojik değil, psikososyal bir deneyimidir. Sofra, geçmişle bugün arasında bir köprü kurarak kimlik, aidiyet ve paylaşımın somutlaştığı bir alana dönüşür.

Ritüeller, güven ve bağlılık duygularını pekiştirirken bireyin topluluk içindeki yerini de hatırlatır. Modern hayat bu ritüelleri zayıflatmış olsa da, bir tabak yemek hâlâ bellek, koku, tat ve duygunun birleştiği güçlü bir semboldür.

Çünkü ait hissetmek, insanın temel psikolojik ihtiyaçlarından biridir; ve çoğu zaman bunun en sade biçimi, bir sofranın etrafında kurulan sessiz bir bağdır.

Belki de en derin terapi, kimi zaman bir psikoloğun odasında değil, bir sofranın etrafında başlar.

Sedef Nadire Aktaş
Sedef Nadire Aktaş
Sedef Nadire Aktaş, Uluslararası İlişkiler ve Psikoloji alanlarındaki lisans eğitimleri ile multidisipliner bir akademik geçmişe sahiptir. Akademik çalışmalarını sosyal psikoloji, dijital psikoloji ve klinik psikoloji çerçevesinde şekillendiren Aktaş, özellikle bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve şema terapisi gibi ekollerde uzmanlaşmayı hedeflemektedir. Psikoloji alanındaki güncel gelişmeleri yakından takip ederek yapay zekânın psikolojiye etkileri, dijital dönüşüm ve toplumsal dinamikler gibi alanlara odaklanmış ve içerikler üretmiş, farkındalık oluşturmayı amaçlayan çalışmalar yapmıştır. Bilimsel psikoloji bilgisini herkes için erişilebilir kılmayı hedefleyerek, akademik ve popüler düzeyde yazılar kaleme almaya devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar