Pembe, dizide tam anlamıyla “evliliğin kutsallığı” fikrine kökten bağlı bir karakter. Aldatılma, kötü muamele, hatta karşı tarafın isteksizlik bile görmezden gelerek “birlikte kalmayı” seçiyor. Bu sadece kişisel bir inat ya da geleneksel duruş değil; altında çok derin psikolojik dinamikler yatıyor. Bu dinamikler nelerdir? Öncelikle olarak;
Kimlik ve Değer Bağlantısı: “Ben kimim?”
Bazı bireyler evliliği sadece bir ilişki olarak değil, kimliklerinin temel taşı olarak görürler. Pembe için evli olmak, sadece hayatın akışındaki sıradan bir durum değil, onun kim olduğunun merkezindedir. Eğer boşanırsa, sadece eşini kaybetmiş olmaz; kimlikte de büyük bir çöküş yaşar. Özellikle geleneksel toplumlarda yetişmiş olan kadınlar, değeri “evli olmak” ve “ailesini korumak” üzerinden tanımlandığında, boşanma büyük bir kişisel başarısızlık gibi hissedilir.
Toplumsal Baskı ve İçselleştirilmiş Roller
Pembe’nin direnci, yalnızca içsel korku değil, aynı zamanda dışsal korku: ‘’Elalem ne der?’’ Hayatında karşılaştığı çoğu durumda, çocuklarına karşı yaklaşımında da bu toplumsal baskının izleri görülmektedir. Çevre baskısı ve içselleştirilmiş toplumsal normlar kadına şu mesajı verir: “İyi bir kadın yuvayı terk etmez.” Bu düşünce öyle güçlüdür ki, kadının bireysel mutluluk, fiziksel sağlık ve psikolojik sağlık bile ikinci planda kalır. Yani bu durumda Pembe, kötü de olsa evliliki sürdürerek kendisini ‘başarılı’ hissediyor; boşanırsa ise toplum gözünde, yuvasını bozduğu için yenilmiş, başarısız ve kötü kadın olacak.
Bağlanma Stilleri: “Beni Terk Etme!”
Psikolojide kaygılı bağlanma kavramı vardır. Çocuklukta güvensiz bağlanma yaşayan kişiler, yetişkinlikte ilişkilerinde aşırı tutunma eğiliminde oluyorlar. Yani, terk edilme ihtimali onlar için dayanılmaz bir tehdit gibi algılanıyor. Pembe de ilişkiye tutunarak aslında daha derindeki büyük korkusuyla yani terk edilme korkusu ve yalnız kalma korkusuyla baş etmeye çalışıyor. Bunu “sevgi” diye adlandırsa da, aslında altında yoğun bir kaygı ve değersizlik hissi yatıyor olabilir.
İnkar ve Bilişsel Çarpıtmalar: “O kadar da kötü değil.”
İnsanlar acı gerçeki görmektense, zihinsel çarpıtmalarla kendilerini rahatlatmaya çalışırlar. Bu, psikolojide bilişsel çarpıtmalar olarak bilinir. Örneğin: “Her evlilikte sorun olur.”, “Zamanla düzelir.”, “Çocuklar için katlanmalıyım.” gibi. Pembe, yaşadığı kötü muameleyi hafifleterek, aslında zihinsel savunma mekanizması kullanıyor. Gerçekle yüzleşmek yerine bilinçdışı bir şekilde durumu önemsizleştiriyor.
Kontrol İllüzyonu: “Ben yeterince istersem düzeltirim.”
Bir başka güçlü mekanizma da kontrol illüzyonu: kişi, yaşadığı olumsuz olaylar üzerinde gerçek dışı kontrol olduğuna inanır. Pembe, “Ben daha iyi, daha fedakar bir eş olursam, eşim de benim bu fedakarlığım karşısında bana karşı düzelir, her şey eskisi gibi olur.” yanılgısına kapılıyor. Bu da onu olayları kabullenmemeye ve ilişkiye saplanıp kalmaya itiyor.
Pembe Terapiye Gelseydi Ona Neler Söylenirdi?
İlk adım; kişinin kendi varoluşunu bir ilişkiye bağlı görmekten vazgeçmesi olacaktır. Bir bireyin değeri, evlilik durumundan, bir eşin varlığından tamamen bağımsızdır. Başkalarının seni onaylaması senin değerini belirlemez. Sen zaten varlığınla biricik ve kıymetlisin. Bunu içselleştirmek için de “Ben, biriyle evli olmasam da sevilmeye, saygı görmeye layık mıyım?” gibi bir soruyu kendi kendimize sormak ve bu soruya “evet” diyebilmek, iyileşmenin ilk adımı olacaktır.
Sonrasında gerçeği tüm çıplaklığı ve tüm açılarından görmek gerekir. İnkar, insanı geçici olarak rahatlatır evet ama uzun vadede acıyı besler ve büyütür. Biri kötü davranıyorsa, aldatıyorsa, sevgisizse bunu **”ama”**larla hafifletmeden kabul etmek gerekir. Gerçekleri kabul etme noktasında günlük tutma gibi bir rutin edinmek, bir deftere yaşanan olayları “gerçek” haliyle yazmak büyük fayda sağlayabilir. Yaşanılan her olayı yazmak, yanına o olayın duygusal etkisini not etmek. Böylece yaşanılan olaylar, hem bütüncül hem de objektif bir gözle görülebilir.
Pembe gibi kişiler aslında ilişkide kalırken sadece eşlerine tutunmuyorlar; kendi içlerindeki küçük, korkmuş çocuğa da tutunuyorlar. O çocuk şunu fısıldıyor: “Yalnız kalırsan kimse seni istemez.” İçsel çocuğumuzun sesini duymak ve ona şefkatle yanıt vermek çok önemlidir.
Bunların yanı sıra ‘’Evliliğim biterse ben yetersiz, değersiz, kötü bir kadın olurum.’’ gibi kalıplar genellikle köklü inançlardır ve çok eskiye dayanır. Bu yüzden terapiye gitmek ve uzman biri ile çalışmak, bağımlı ilişki modellerini keşfetmek ve yeni, sağlıklı sınırlar kurmayı öğrenmek çok ama çok etkili olmaktadır. Terapi, kişiye bağlanma stillerini fark etmeyi, nasıl bu bağlanma stilini güvenli hale getirebileceğini, kendi ayakları üzerinde durmayı, kendine haksızlık ederek kendisine zarar veren ilişkide göstermiş olduğu sağlıksız sadakati ve fedakarlığı bırakmayı öğretir.
Terapi ile beraber, kendi hayatını eşine adamış ve hangi değersizlik hissederse hissetsin gitmeyen gidemeyen Pembe karakteri gibi bireyler kendi hayatını kurmalı. Mesele boşanmak ya da evli kalmaktan öte kendi ayakları üzerinde durabilmeyi öğrenmek, değerini bilen bir birey olmaktır. Yani ilişki olsun ya da olmasın, maddi bağımsızlık kazanma yönünde adım atılmalı, sosyal çevre genişletilmeli, yeni hobiler ve ilgi alanları keşfedilmeli, en az başkasına, eşine, çocuklarına yaptığı yatırım kadar kendi hayatına da alan açıp yatırım yapmalı.
Özetle, Kızılcık Şerbeti dizisindeki Pembe gibi biri şunu bilmeli:
Sevilmeyi hak etmek için ilişkide katlanmak gerekmez. İlişki içinde “kalmak” da bir tercihtir, “gitmek” de ama kalıyorsa, bu bir çaresizlikten değil, bir özgürlükten gelmeli. Çaresizlik, bazen maddi bazen ise zihnimizde çocukluk yıllarından beri oluşan şemalardan olabilir. Önemli olan farkındalık kazanmaya kapılarını kapatmadan, kendi değerinin ve durumunun gerçekçi bir şekilde farkında olmak ve güvenli ilişkiler için sağlam adımlar atmaktır.