Çarşamba, Ekim 15, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kaygılı Bir Ebeveynle Büyümek: Sessizce Taşınan Bir Yük

Bazı çocuklar, sessiz ama sürekli bir gerginlik içinde büyür. Evde yüksek sesli tartışmalar olmaz belki ama havada hep bir “endişe kokusu” vardır. Anne telefona biraz geç cevap verince babanın yüzü gerilir. Çocuk dışarı çıkmak ister ama “ya başına bir şey gelirse” endişesiyle plan iptal olur. O çocuk yavaş yavaş dünyanın güvenli bir yer olmadığına, hata yapmanın tehlikeli olduğuna ve her an kötü bir şey olabileceğine inanmayı öğrenir. Bu inanç, farkına varmadan yetişkin yaşamına taşınır.

Kaygılı bir ebeveynle büyümek, çocuğa sevgi eksikliğinden değil, fazlasından yük bırakır. O ebeveyn aslında korumak ister; ama korumaya çalıştığı şey genellikle kendi kaygısıdır. “Aman düşme, dikkat et, üşütme, sakın hayır deme, kimseyi kırma.” Cümleleri sevgi gibi görünür ama altında yatan mesaj farklıdır: “Dünya tehlikeli, sen dikkat etmezsen kötü bir şey olur.” Çocuk bir süre sonra kendi kararlarını verirken bile içsel bir alarm sistemiyle yaşar. Sanki görünmez bir siren sürekli çalar: “Ya yanlış yaparsam?”

Kaygı Mirası

Kaygı nesilden nesile aktarılır. Söylenmese bile hissedilir. Bir çocuk, ebeveyninin yüzündeki endişeyi, ses tonundaki titremeyi, gözündeki korkuyu fark eder ve o duyguyu içselleştirir. Çünkü çocuk için ebeveyn, dünyanın aynasıdır. Eğer anne-baba dünyayı tehlikeli bir yer gibi görüyorsa, çocuk da öyle hisseder.

Böyle büyüyen bireyler, yetişkin olduklarında “fazla düşünen” insanlar olurlar. Bir karar vermeden önce onlarca olasılığı hesaplarlar. “Ya olmazsa, ya üzülürsem, ya pişman olursam?” cümleleri zihnin arka planında hiç susmaz. Başkaları onları mantıklı, tedbirli ya da planlı bulabilir ama aslında bu, sürekli alarmda kalmanın bir başka şeklidir.

Bazıları ilişkilerinde bu kaygıyı taşır. Partneri mesajına geç cevap verdiğinde içleri sıkışır. “Bir şey mi oldu? Yoksa bana mı kızdı? Yoksa artık sevmiyor mu?” gibi düşünceler saniyeler içinde kalbi hızlandırır. Aslında terk edilmekten değil, belirsizlikten korkarlar. Çünkü belirsizlik, çocuklukta öğrenilmiş bir tehdittir.

Bazıları iş yaşamında bu kaygıyı farklı bir maskeyle taşır: mükemmeliyetçilik.
“En iyisini yapmazsam rezil olurum.”
“Bir hata yaparsam kimse bana güvenmez.”
Bu düşünceler başarıyı getirebilir ama huzuru asla. Çünkü içlerinde hep şu inanç vardır: “Ancak yeterince iyi olursam güvende olurum.”

İlişkilerde Görünmez Kaygı

Bu çocuklar büyüdüklerinde ilişkilerde de aynı kalıpları taşır. Partnerinin yüz ifadesi değiştiğinde kalbinde eski o tanıdık sıkışma belirir: “Bir şey mi oldu? Ben mi bir hata yaptım?” Karşısındakinin sessizliği, hemen terk edilme korkusunu tetikler.

Bilinmezlik onlar için dayanılmazdır; “ya giderse?” düşüncesi ilişkilerde huzuru bozar. Kaygı burada da kontrol kılığına girer. Partnerin ne hissettiğini anlamaya çalışmak, aslında belirsizliği azaltma çabasıdır. Ama fazla kontrol, ilişkiyi boğar. Çünkü sevgi, kaygının içinde nefes alamaz.

Bu noktada en sık rastlanan cümlelerden biri şudur:
“Seviyorum ama bir türlü rahatlayamıyorum.”
Bu insanlar, sevgiyi bile bir tedirginlikle yaşar. Çünkü iç dünyaları hep bir “tetikte olma” halindedir.

Korkuların Kökeni

Kaygılı ebeveynler genellikle kendi travmalarının taşıyıcısıdır. Belki onların da ebeveynleri kaygılıydı, belki çocukken yeterince güvende hissetmediler. Bu yüzden çocuklarına dünyayı “tehlikeli bir yer” olarak anlatmak, aslında onları korumanın bir yolu gibi gelir. Ama farkında olmadan çocuğa korku değil, “güvensizlik” miras bırakılır.

Bu döngüyü kırmanın ilk adımı fark etmektir.
Bir karar verirken içinden bir ses “ya yanlış yaparsan” dediğinde, o sesin kime ait olduğunu fark etmek gerekir. Belki senin değil, annenin sesi o. Belki de babanın.

Yetişkinlikte kendi sesini bulmak, işte tam burada başlar:
“Bu kaygı bana mı ait, yoksa bana öğretilen bir korku mu?”

Kaygıyı Dönüştürmek Mümkün

Kaygı tamamen yok olmaz, olmamalı da. Ama dönüştürülebilir ve azaltılabilir. Önce onun varlığını kabul etmek gerekir: “Evet, kaygılıyım.” Bu cümle bir yenilgi değil, bir farkındalık başlangıcıdır.

Sonra yavaş yavaş güven duygusunu dışarıdan değil, içeriden kurmak gerekir.
“Her şey kötü gidebilir” yerine “Bir şeyler kötü gitse bile başa çıkabilirim” diyebilmek…
Bu, kaygının kökünü kurutmaz ama seni onun yönetiminden kurtarır.

Terapide sıkça söylenen bir cümle vardır:
“Kaygı, gelecekteki felaketleri bugünden yaşamaktır.”
Kaygılı ebeveynlerin çocukları genellikle bu felaketleri yıllarca zihninde taşır. Ama artık fark ettiklerinde yük yavaş yavaş hafifler. Çünkü artık o çocuk değillerdir. Şimdi yetişkindirler. Ve yetişkin biri, korkusunu fark edip onunla sınır koyabilir.

Yeni Bir Güven Duygusu

Belki annemiz kadar endişeli olmamayı öğrenmemiz yıllar alır. Ama mümkündür. Çünkü güven, bir duygu değil; yeniden inşa edilen bir beceridir.

Kendine “Şu anda güvendeyim” demek bile bedenin dengesini değiştirir. Bir şeyleri kontrol etmeden, birilerini sürekli düşünmeden, bazen belirsizliğe izin vererek yaşamak da güvenin bir göstergesidir.

Sonuçta, kaygılı bir ebeveynle büyümek hayat boyu kaygılı kalmak demek değildir.
Sadece, o kaygıyı fark edip ona alan açmayı öğrenmektir.

Bazen o ses hâlâ kulağında yankılanır: “Aman dikkat et.”
Ama bu kez, yetişkin halinle cevap verebilirsin:
“Merak etme, ben artık kendimi koruyabiliyorum.”

Ebru Göç Dinler
Ebru Göç Dinler
Ebru Göç Dinler, psikolojik danışman ve yazar olarak geniş bir deneyime sahiptir. Lisans eğitimini Ege Üniversitesinde tamamlamıştır. Özellikle Bilişsel ve Davranışçı Terapi ve Cinsel Terapi alanlarında uzmanlaşmıştır. Çocuk, yetişkin ve ergen bireyler ile çalışmaktadır. Aynı zamanda dijital mecralarda bireylerin yaşam içerisindeki farkındalığını arttırmak ve var olan sorunlara bakış açılarının değişmesine yardımcı olacak içerikler üretmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar