Hayat çoğu zaman, seçimlerimizin ve kaçışlarımızın izlerini taşır.
İnsan kimi zaman bir durumdan, bir kişiden ya da olasılıktan uzaklaşmaya çalışırken, farkında olmadan tam da ondan türeyen bir yola sapar.
Ne gariptir ki, kaçış için attığımız adımlar bizi çoğu zaman kaçtığımız yere daha da yaklaştırır.
İşte tam bu noktada şu soru zihnimizi yoklar:
Aslında kaçtığımızı yaratan biz olabilir miyiz?
Kendini Gerçekleştiren Kehanet: Korkudan Kader Yaratmak
Psikolojide, davranışlarımızın ve inançlarımızın geleceğimizi şekillendirmedeki gücü uzun zamandır tartışılmaktadır.
Bu tartışmanın merkezinde “kendini gerçekleştiren kehanet” kavramı yer alır.
İnsan bir sonucun kaçınılmaz olduğuna inanırsa, bu inanç farkında olmadan davranışlarını biçimlendirir ve sonuçta tam da korktuğu şeye doğru ilerler.
Örneğin, reddedilme korkusu yaşayan bir kişi, sosyal ilişkilerden uzak durarak reddedilmekten kaçınmaya çalışır.
Ancak bu kaçış, zamanla yalnızlığa yol açar ve kişi gerçekten reddedilmiş gibi hisseder.
Başlangıçtaki korku, davranışa dönüşür ve kişi kendi korkusunu gerçeğe dönüştürür.
Böylece “kader” gibi görünen şey, aslında kişinin kendi davranışlarının sonucudur.
Kaçındıkça Güçlenen Döngü: Bilişsel Davranışçı Perspektif
Bilişsel davranışçı kuramlar, kaçınmanın paradoksal etkisini açıklar:
Bir durumdan kaçtıkça, o durumun üzerimizdeki etkisi artar.
Kaygı, yüzleşilmedikçe büyür; tıpkı bir örümcekten korkan kişinin, her kaçışında beynine “bu gerçekten tehlikeli” mesajını vermesi gibi.
Kaçmak, pasif bir kaçış değil, aktif bir davranıştır — ve her davranış gibi, bir sonuç doğurur.
Bu anlamda, kaçınma bir tür psikolojik pekiştirme döngüsü yaratır.
Kısa vadede rahatlama hissi verir, ancak uzun vadede korkunun ve kaçışın kalıcı hale gelmesine neden olur.
Zihin, tehlike olmadığında bile tehdit algısını sürdürür.
Felsefi Perspektif: Sartre ve Özgürlüğe Mahkûmiyet
Felsefi açıdan bakıldığında Jean-Paul Sartre’ın “özgürlüğe mahkûmiyet” düşüncesi bu konuyu derinleştirir.
Sartre’a göre insan, her zaman bir seçim yapar — hatta seçim yapmamak bile bir seçimdir.
Bu da demektir ki, kaçış bile bir yön belirlemektir;
kaçarken bile kaderi biçimlendiririz.
Sartre’ın bakış açısıyla kader, dışarıdan yazılmış bir senaryo değil;
bizim eylemlerimizle, seçimlerimizle ve kaçışlarımızla örülen bir ağdır.
Kaçtığımız şey, aslında bizim seçimlerimizle yeniden var olur.
Gölge Metaforu: Kaçtığımız Şeyin Peşimizden Gelmesi
Bu durumu anlamak için basit bir metafor düşünebiliriz:
Kaçtığımız şeyi gölge olarak ele alalım.
Gölgemizden kaçamayız; çünkü o, bizimle birlikte hareket eder.
Biz yürüdükçe biçimlenir, ışığın açısına ve adımlarımıza göre şekil değiştirir.
Aynı şekilde kaçtığımız şey de bizimle birlikte hareket eder.
Ondan ne kadar uzaklaşmaya çalışsak da, gölgeyi yaratan yine biziz.
Kaçışlarımız, kaderin önceden yazılmış bir kopyası değil;
bizim gölgemizi büyüten adımlarımızdır.
Kaçışın Dönüştüğü Yazgı: Günlük Hayattan Örnekler
Bu döngü günlük hayatta sıkça karşımıza çıkar:
-
Babasının baskıcı tutumlarından kaçmak isteyen biri, farkında olmadan aynı özellikleri taşıyan insanlarla ilişki kurar.
-
Çocukken yaşadığı yoksunluk duygusundan kaçmak isteyen biri, büyüdüğünde aşırı çalışarak yine yalnızlık ve tükenmişlik yaşar.
-
“Asla onun gibi olmayacağım” diyen biri, yıllar sonra farkında olmadan aynı davranış kalıplarını tekrarlar.
Bu örneklerde ortak olan nokta şudur:
Kaçış da bir seçimdir — ve her seçim, kaderin yeni bir yönünü yaratır.
Bilinçaltının Rolü: Bastırma ve Geri Dönüş
Psikolojide bastırma mekanizması, istemediğimiz duygulardan kaçmak için geliştirdiğimiz bir savunmadır.
Kişi, öfke, kırgınlık ya da korku gibi duygularını bilinçaltına iter.
Ancak bastırılan hiçbir şey yok olmaz; yalnızca biçim değiştirir.
Bastırılmış öfke bir gün aniden patlayabilir,
bastırılmış üzüntü fiziksel ağrılara dönüşebilir,
bastırılmış korkular ise geceleri kaygı olarak geri döner.
Yani kaçtığımız şeyler, gölgemiz gibi hayatımızda kalır — sadece görünür biçimleri değişir.
Sonuç: Kaderin Yaratıcısı Olmak
Tüm bu örnekler ve kuramlar bize şunu gösteriyor:
Kader, yalnızca başımıza gelen bir yazgı değildir;
aynı zamanda bizim seçimlerimizin, kaçışlarımızın ve yüzleşemediğimiz yanlarımızın sonucudur.
Kaçtığımız şey, biz kaçtıkça gölgeye dönüşür ve peşimizi bırakmaz.
Gerçek özgürlük, gölgeden kaçmakta değil, onunla yüzleşmekte yatar.
Kaçtığımız şeyin bizde uyandırdığı duyguyu anlamlandırmak, kendi kaderimizi yeniden yazmanın ilk adımıdır.
Çünkü kader, yalnızca başımıza gelenler değil;
onlara verdiğimiz yanıt, attığımız adımlar ve yürüdüğümüz yoldur.
Kaçarken attığımız her adım, aslında yeni bir yolun başlangıcıdır.
Ve belki de en sonunda anlarız:
Kaderden kaçarken, kaderi biz yaratırız.
Gölgeyi kovmak yerine anlamak; kaçışlarımızı fark edip yüzleşmek —
işte bu, hem özgürlüğümüzün hem de kaderimizin gerçek kaynağıdır.