Gündelik yaşamda sıkça kullandığımız “iyiyim” kelimesi, basit bir selamlaşmanın ötesine geçer. Çoğu zaman bu ifade, karşımızdakine verdiğimiz otomatik bir yanıt gibidir. Ancak bu sözcüğün ardında, görünenden çok daha karmaşık bir iç dünya saklı olabilir. Kimi zaman gerçekten iyiyizdir; ama çoğu zaman “iyiyim” demek, hislerimizi bastırmanın, duygularımızı gizlemenin veya kendimizi korumanın bir yolu haline gelir. Bu nedenle “iyiyim” kelimesi, hem bir duygusal maske hem de bir toplumsal alışkanlık olarak değerlendirilebilir.
İnsanın doğasında duygusallık vardır; ancak bu duyguları açıkça ifade etmek her zaman kolay değildir. Kültürel olarak “güçlü durmak”, “olumlu görünmek” ya da “duygusal olmamak” gibi mesajlarla büyürüz. Özellikle olumsuz kabul edilen duygular — kırgınlık, öfke, suçluluk, hayal kırıklığı — bastırılmaya meyillidir. Bu durumda “iyiyim” demek, yalnızca bir nezaket değil; aynı zamanda içsel karmaşayı gizleyen bir savunma biçimi haline gelir. Böylece kişi hem kendine hem de çevresine bir tür duygusal mesafe koyar.
Psikodinamik ve BDT Perspektifinden “İyiyim” Yanıtı
Psikodinamik yaklaşıma göre birey, benliğini koruyabilmek için çeşitli Savunma Mekanizmaları geliştirir. “İyiyim” yanıtı çoğu zaman bastırma, inkâr ya da yadsıma gibi savunmaların bir yansımasıdır. Kişi, içindeki olumsuz duyguların farkındadır ancak onlarla yüzleşmekten kaçınır. Çünkü bu yüzleşme, benliğini tehdit edici gelebilir. Özellikle çocuklukta “ağlama”, “güçlü ol”, “kimseye belli etme” gibi mesajlar alan bireyler, ilerleyen yaşlarda duygularını bastırmayı öğrenirler. Bu durum bir noktadan sonra otomatikleşir; kişi gerçekten iyi hissetmediği halde “iyiyim” derken kendini bile inandırmaya başlar.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) perspektifinden bakıldığında ise bu eğilim, bilişsel çarpıtmalar ve otomatik düşünceler üzerinden açıklanabilir. Kişi, “duygularımı belli edersem zayıf görünürüm” ya da “kimse anlamaz” gibi inançlarla hareket edebilir. Bu düşünceler, duygusal paylaşımı tehdit olarak algılamasına neden olur. Dolayısıyla kişi, duygularını bastırarak sosyal ilişkilerinde daha güvenli hissetmeye çalışır. Ancak bu strateji kısa vadede işe yarasa da, uzun vadede duygusal yalnızlık hissini artırır. Bastırılan duygular, ifade edilmedikçe içsel gerginlik ve anksiyeteye dönüşebilir.
Toplumsal Baskılar ve Görünür Olma Zorunluluğu
Bir diğer boyut ise sosyal psikolojidir. Modern toplum, “iyi görünmeyi” neredeyse zorunlu hale getirmiştir. Sosyal medya paylaşımlarında, iş ortamlarında ve hatta yakın ilişkilerde bile “mutlu, üretken, pozitif” bir imaj sunmak yaygın bir normdur. Bu kültürel baskı, bireyleri duygusal anlamda gerçek olmaktan uzaklaştırır. Üzüntü, yorgunluk ya da başarısızlık gibi insani deneyimler bile saklanması gereken zayıflıklar olarak görülür. Sonuç olarak “iyiyim” kelimesi, hem toplumsal uyumun hem de içsel yalnızlığın sembolü haline gelir.
Ancak duygular bastırıldığında yok olmazlar; yalnızca biçim değiştirirler. Tıpkı suyun altına itilen bir top gibi, bastırılan duygular da uygun bir zamanda tekrar yüzeye çıkar. Bazen bu, bedensel gerginlik, kronik yorgunluk, uykusuzluk veya açıklanamayan kaygı şeklinde olur. Kişi, “bir şeyler yolunda gitmiyor” hissiyle yaşar ama nedenini tam tanımlayamaz. Bu noktada Duygusal Farkındalık, psikolojik iyi oluşun temel taşlarından biridir. Duyguların farkına varmak ve onları yargılamadan kabul etmek, içsel dengeyi yeniden kurmanın ilk adımıdır.
Duygusal Dürüstlüğün ve Paylaşımın İyileştirici Gücü
Duygularımızı tanımak, onları bastırmadan ifade edebilmek — çoğu zaman sanıldığının aksine — bir zayıflık değil, duygusal olgunluğun göstergesidir. “İyiyim” demek yerine bazen “bugün biraz gerginim” ya da “kendimi karışık hissediyorum” diyebilmek, hem kendimize hem de karşımızdakine karşı dürüst olmaktır. Bu tür ifadeler, ilişkilerde samimiyeti ve empatiyi artırır. Çünkü duygusal dürüstlük, bireyler arası güvenin temelidir.
Terapi ortamında da “iyiyim” cevabı sıkça duyulur. Ancak terapist, bu kelimenin ardındaki duygusal tonu, yüz ifadesini ve bedensel ipuçlarını dikkatle gözlemler. Çoğu zaman “iyiyim” demek, “konuşmak istemiyorum” ya da “nereden başlayacağımı bilmiyorum” anlamına gelir. Bu noktada terapötik ilişki, bireyin duygularını güvenle ifade edebileceği bir alan yaratır. Duygular söze döküldükçe, kişi kendi içsel dünyasıyla yeniden bağ kurar ve farkındalık geliştirir.
Sonuç olarak “iyiyim” demek, her zaman gerçek bir iyilik halini yansıtmaz. Bazen bir savunma, bazen bir kaçış, bazen de yalnızca öğrenilmiş bir yanıttır. Fakat kendimize şu soruyu sormak, farkındalığın başlangıcıdır: “Gerçekten iyi miyim, yoksa iyi görünmeye mi çalışıyorum?”
Bu soruya içtenlikle yanıt verebilmek, duygusal olgunluğun ve Psikolojik Dayanıklılıkın göstergesidir. Çünkü duygular bastırıldığında büyür; kabul edildiğinde ise çözülür. Belki de bugün “iyiyim” demeden önce, bir an durup içimizdeki sesi dinlemek gerekir. Belki o ses sadece görülmek, duyulmak ve anlaşılmak istiyordur.


