Korkunun Doğuşu
İnsan doğasına dair öncü araştırmaların yapıldığı 20. yüzyılın başlarında, yükselişte olan psikoloji kuramlarından biri davranışçılıktı. Bu kuramın öncülerinden John B. Watson, insanın duygularını ve tepkilerini içsel süreçlerle değil, tamamen dışsal uyarıcılarla açıklayabileceğine inanıyordu. Tam da bu noktada Watson, tehlikeli bir sorunun peşine düştü: “Korku öğrenilebilir mi?”
Bu soru aynı zamanda Watson’ın davranışçılığın insan doğasına dair yönünü test etme merakının yansımasıydı. Bu amaçla John B. Watson ve Rosalie Rayner, Pavlov’un klasik koşullanmaya dair ulaştığı sonuçları insan doğası üzerinden test edebilmek için bir deney yapmaya karar verdiler. Bu deney için hastaneden Albert adını verdikleri bir bebek seçtiler.
Deney sonucunda insana dair çözülecek bu gizem, aynı zamanda bilim dünyasında son derece karanlık bir yolun başlangıcıydı.
Bu deneyde Watson ve Rayner, Küçük Albert’e beyaz tavşan, beyaz fare, yanan kâğıt parçaları ve peruk gibi tüylü nesneleri sırasıyla göstermeye başlamışlardır. Küçük Albert, bu nesnelerin hiçbirine tepki vermeyerek nesnelerle oynamaya çalışmıştır. Gösterilen tüm bu nesnelerin ardından Küçük Albert, içerisinde yalnızca bir yatağın olduğu bir odaya alınmıştır.
Odaya ilk olarak daha önce Küçük Albert’e gösterilen beyaz fare konulmuştur. Küçük Albert’in fareye yine herhangi bir tepki göstermeyerek oynamaya başlamasıyla birlikte Watson, bir çekiçle demir parçasına vurmuştur. Bu sesi duymasıyla birlikte Küçük Albert ağlamaya başlamıştır.
İlk duyulan sesin ardından korku tepkilerine rağmen yine de fareye dokunmaya devam eden Küçük Albert, bu sesi art arda duymasıyla birlikte fareye tamamen olumsuz tepkiler vermeye başlayarak kaçmaya çalışmıştır.
Beyaz farenin ardından daha önce gösterilen diğer tüylü nesneler de demire vurulan çekiç sesiyle gösterilmeye devam edilmiştir. Küçük Albert, farede olduğu gibi bu nesnelerden de korkmaya devam etmiştir.
Deneyin sonucunda Watson, koşullanmanın gelişimde önemli bir değişken olduğu, yaşantı ve çevrenin insan davranışını biçimlendirmede etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Yazgan İnanç, Kılıç Atıcı & Bilgin, 2021, s.47).
Koşullanmanın İzleri: Korkuya Dair Bulgular
Küçük Albert deneyi, klasik koşullanmanın insan üzerindeki etkisini ilk kez gözler önüne sermiştir. Korku üzerine temellenmiş bu deney, belirli bir uyarıcıyla eşleştirilen nötr bir nesnenin zamanla korku tepkisi yaratabileceğini kanıtlamıştır. Bu aynı zamanda korkunun doğuştan gelmediğini, sonradan çevresel uyarıcılarla kazanıldığını da gösteren bir deneydir.
Küçük Albert, ilk başta gösterilen nesnelerin hiçbirine korku tepkisi göstermemiş, sonrasında ise korkutucu sesle birlikte gösterilen bu nesnelere karşı olumsuz tepkiler göstermiştir. Bu tam olarak klasik koşullanmanın temel prensiplerini ortaya koyan sonuçlardır.
Watson’ın ünlü sözü bu görüşü destekler niteliktedir:
“Bana bir düzine sağlıklı bebek verin ve onları büyüteceğim kendime ait bir dünya oluşturun ve bunlardan herhangi birini istediğiniz konuda uzmanlaştırabilirim…” (Altun, t.y.)
Ancak deneye dair tüm bu bulgular, insan doğasının kırılganlığını ve etik sınırları ihlal eden bir deney sonucu olarak psikoloji tarihine geçmiştir. Deney sonrası elde edilen sonuçlar ve klasik koşullanmaya dair kanıtlar, psikoloji dünyasında oldukça tartışmalı bir konu hâline gelmiştir.
Bazı araştırmacılar, bu deneyin sınırlı bir sonuca ulaştığını savunmuştur. Fakat psikoloji dünyasında bu deneye dair ortak olan asıl fikir, deneyin etik sınırları tamamen ihlal ettiğidir.
Deneyin Etik Boyutu: Küçük Albert’e Ne Oldu?
Küçük Albert deneyi, psikoloji dünyasındaki tartışmalara ek olarak hem bilimsel hem de etik açıdan derslerle doludur. Deney sonrası Watson’ın, Küçük Albert’e uyguladığı koşullanmayı kaldırmaya dair herhangi bir uygulamasına rastlanmamıştır.
Deneyin çocuk üzerinde yarattığı olası travmatik etkiler ve Küçük Albert’in deneyden sonra ne şekilde izlendiğine dair belirsizlikler ciddi etik kaygılar doğurmuştur.
Küçük Albert’in sonraki yaşamı hakkında net bilgi olmamakla birlikte, deneyin doğrudan psikolojik etkileri ve laboratuvarın soğuk ışıkları altında “denek” hâline getirilmiş bir çocuğun yaşadığı duygusal yıkım, bilimin insan üzerinde sınır tanıması gerektiğini güçlü biçimde hatırlatır.
Deney sonrası etik sınırları korumayı savunan araştırmacılar, Albert’e ne olduğu ile ilgili yıllar süren araştırmalar yapmıştır. Fakat kesin bir sonuç olmamakla birlikte yapılan araştırmaların birinde Küçük Albert’in çocukluk çağında hidrosefali (beyinde sıvı birikmesi) sonucu hayata veda ettiği aktarılmıştır.
İnsanlar üzerinde yapılan deneylerin travmatik izlere yol açması ve bireyi hem fiziksel hem de psikolojik olarak önemli ölçüde etkileyebileceği, yalnızca psikoloji dünyasında değil, tüm bilim dünyasında büyük bir karanlık iz olarak yerini almıştır.
Kaynakça
Altun, M. Çağdaş Psikolojide Determinist Yaklaşımlar.
Yazgan İnanç, B., Kılıç Atıcı, M., & Bilgin, M. (2021). Gelişim psikolojisi I: Bebeklik, çocukluk ve ergenlik (17. bs.). Pegem Akademi.


