Toplumumuzun en büyük paradokslarından biri, herkesin ötekinin terapiye ihtiyaç duyduğunu düşünmesi ve kendisini işin içinden sıyırması. Özellikle son yıllarda artarak devam eden toplumsal sorunlardan dolayı herkesin diline pelesenk olmuş “Vallahi bu devirde terapi şart. Herkes mutsuz, bıkkın” gibi cümleleri hepimiz sık sık duyuyoruz ve destekliyoruz. Fakat sıra bizim terapi sürecimize geldiğinde işler biraz karışıyor. O konuda az öncekiler gibi kendinden emin ve cesur olamıyoruz. Peki ya neden? Neden insanlar grip olduğunda doktora gidip serum taktırdığı veya fıtık olduğunda fizyoterapiye gittiği gibi psikolojik sağlıkla ilgili bir durumda terapiye gidemiyor? Buna sonsuz sebep de sayılabilir elbet ama ben bugün en sık duyduklarımdan birkaçına değineceğim. Hadi beraber bakalım.
Terapi İşe Yarar mı? Konuşarak Neyi Çözebilirim?
Bizimki gibi duyguların sıklıkla bastırıldığı, duygusuzluğun daha ziyade güç gibi görüldüğü toplumlar için konuşmak, ifade etmek huzursuz edici olabilir. Hele bir de her soruna karşı verilen bir psikiyatrik ilaca alışmışsak! Hal böyleyken terapiye olan inanç ister istemez sorgulanıyor. Bu yüzden biraz terapinin doğasına bakalım. Psikoloji tanımının insan davranışlarını anlamak ve açıklamakla yükümlü olduğundan yola çıkarsak, terapi de bunun için kullanılan bir metottur. Temelinde insanı anlamak yatar. Daha önemlisi, insanın kendi içine bakması ve anlamaya çalışması üzerine bir yolculuğudur. Kişiler zaman içinde daha önce fark etmedikleri ya da temas etmekten kaçındıkları her ne varsa, o güne kadar mücadelesini verdikleri durumlar ne ise terapi odası tüm bunlara alan açacak ve o kişinin ne yaşadığını ve neden bunları yaşadığını fark edip anlamasını sağlayacak nadir yerlerden biridir. Tüm bunlara ek, sürecin sadece terapi odasında kalmaması ve danışanın günlük hayatına sirayet etmesi adına planlanan seans içi ve dışı sayısız egzersiz/yöntem vardır. Bunun nasıl kullanılacağı danışana ve terapistin kullandığı ekollere göre değişse de hepsinde temel amaç benzerdir. Özetle, lütfen merak buyurmayınız! Terapi, teorik olduğu kadar pratik işidir.
Stigma / Damgalama / Etiketleme Ya Da Siz Her Ne Diyorsanız
Ah şu toplumsal baskılar yok mu! Toplumun her alanında karşılaşabileceğimiz sayısız etiket elbette vardır. Ancak psikolojik sağlık pastanın en büyük dilimini almış gibi sanki. Ne dersiniz? Sokakta yürürken “normal” dışı davranışta bulunan veya giyinmiş birini gördüğünüzü düşünün. Yapacağınız ilk veya ikinci yorum “Deli herhalde” olur değil mi? Ya da sık sık unutkanlık yaşayan birine “Alzheimer mı oldun sen?” dediğinizi hatırlıyor musunuz? Heh! İşte tam da bundan bahsediyorum. Farkında olmasanız da, bu şekilde yaptığınız şeyler bir hastalık özelliği üzerinden karşınızdaki kişiyi tanımlamak veya alay etmek oluyor. Kibirli birini gördüğünüzde “Narsist”, kuruntulu birine “Şizofren gibi kafanda kurma” demekten kendinizi alıkoyamasanız da size üzücü bir haberim var. Stigmalar, sadece basmakalıp bilgilerdir. Bir kişiye narsist, bipolar, şizofreni veya depresif gibi tanımlarda bulunmak için altının hekimler tarafından bilimsel bilgilerle doldurulması gerekir. Öteki türlü üç günde bir çıkan bayat magazin haberlerine benzer. Ancak ne yazık ki, toplumun çoğu bu gerçeğin farkında olmayacak ki yapılan araştırmalarda psikiyatriye başvuran kişilerin %35’inde stigmalara maruz kalma endişesi görülmüş. Bu etiketlerden çekinip psikiyatriye hiç başvurmayanlardan bahsetmiyorum bile. Ayrıca bir de bir tartışma veya fikir ayrılığı karşısında “Sen zaten böyle olmasan psikoloğa/terapiye gitmezsin, demek ki sende sorun var” gibi uğranan zorbalıklar var ki en fenalarından. Bu yazı belki etiketlemelerin bitmesi üzerinde bir etki sağlamayacak ama bir terapist olarak terapiye giden ve bu yazılanlara maruz kalanlara söylemek istediklerim var. Unutulmamalıdır ki, terapi genelde kendine yardım etmek isteyen, kendi içinde olup bitenin farkında olan yani içgörü sahibi veya gerçekten terapiye gelmesi gereken ancak asla gelmeyecek o kişilerle baş etmeye çalışanların uğradığı bir duraktır ve terapide sizde nasıl bir bozukluk/hastalık olduğu üzerinde değil şikayetçi olduğunuz yönleriniz üzerinde durulur.
Terapi Ücretleri = Para Tuzağı
Burada terapi ücretlerinin ucuz/pahalı olduğunu tartışmayacağım. Herkesin bütçesi birbirinden farklı. Artan enflasyon, alım gücündeki azalma elbette sadece terapi değil, hayatın her alanında kişileri zorluyor. Ancak burada çok önemli bir kriter var: ÖNCELİK. “Terapi için bütçem yok” diyenler için günümüzde oldukça fazla alternatif üretildi. Sosyal sorumluluk olarak uygun fiyatlı veya ücretsiz terapi destekleri, terapinin sıklığının danışanın maddi durumuna göre ayarlanması, ödeme kısmında kişi/kurumların izlediği çeşitli politikalar aslında tamamen terapiye başlamak isteyen kişilerle terapistleri buluşturmak için. Ama tabii dediğim gibi isteyenler… Günlük hayatta ortalama terapi ücretiyle yarışan çok fazla şey var ve genelde “İyi hissettiriyor” savunmasıyla onlar tercih ediliyor. Tercih edilmeleri sorun değil. Ancak terapi ile karşılaştırılıp iyi hissettirdiğinin savunulması büyük bir sorun. Çünkü terapinin size iyi hissettirmek, sizi istenen, tercih edilen biri yapmak gibi bir görevi yok. O sadece bir tedavi yöntemi. Bu yüzden, terapi ücretleri yerine öncelik listenizi kontrol etmenizde fayda var
Sonuç: Psikolojik Sağlık Herkesin Hakkı
Eğer sizin de terapiye başlama konusunda yukarıdaki sebepler ayağınıza dolanıyorsa, tıpkı bir şeker hastasının pankreasını suçlayamayacağı gibi psikolojik sağlık sorunları yaşayan birinin kendini veya çevresini suçlamasının ne kadar anlamsız olduğunu ve terapinin herkes için hak olduğunu hatırlayın. Hoşçakalın.