Bilişsel Uyumsuzluk Teorisi Çerçevesinde Bir Analiz
Atasözlerinin belirli durumları çok kesin bir isabetle açıklaması bir tesadüf değil. Her toplum, binlerce yıla dayanan deneyimleri sonucunda bu gibi atasözlerine sahip olur. Basit bir şekilde düşünürsek, toplum hafızasında o kadar büyük bir veri birikimi vardır ki, tıpkı bir yapay zeka gibi bu verinin büyüklüğü daha doğru bir sonuca erişmemizi sağlar. Bu yazıda, “Gözden uzak olan gönülden ırak olur” atasözünü psikolojinin en önemli teorilerinden biri olan Bilişsel Uyumsuzluk (Cognitive Dissonance) Teorisi çerçevesinde inceleyeceğiz.
Bilişsel Uyumsuzluk Nedir?
1957 yılında Amerikalı sosyal psikolog Leon Festinger’in ortaya attığı bilişsel uyumsuzluk teorisi, kişinin sahip olduğu çelişkili davranışlar, inançlar, fikirler veya değerler nedeniyle ortaya çıkan psikolojik stresi açıklayan bir teoridir. Festinger’e göre, bu psikolojik stresten kaçınmaya çalışan kişinin önünde üç farklı yol vardır:
- Davranışı değiştirmek
- Düşünceyi değiştirmek
- Bu konuyla ilgili alınan bilgiyi filtreden geçirmek
Örneğin, çalıştığı boya fabrikasında sürekli zehirli kimyasallara maruz kalan bir kişinin durumunu ele alalım. Doktor, kendisinin sağlığının kötüye gittiğini söylüyor. Bu şekilde devam ederse ciddi sağlık sorunlarıyla yüzleşecek. Söz konusu durumda işten çıkması mümkün değil. Öyleyse ilk seçenek olan davranışı değiştirmek elenmiş oluyor. Bir sonraki seçenek olan düşünceyi değiştirmek kişinin işine yarayabilir. Kişi, boya kimyasallarının zararlarını inkâr eden bilgilere ulaşarak gördüğü zararın aslında o kadar önemli olmadığını savunan kaynaklar bulmaya çalışabilir. Bu durumda, maruz kaldığı psikolojik stres azalmış olacaktır. Çünkü özetle, işe gitme mecburiyetiyle çelişen işten zarar gördüğü ve işten çıkması gerektiği düşüncesinin yarattığı psikolojik stresten kurtulmuş olacak.
Bilişsel Uyumsuzluk ve Karar Süreçleri
Başka bir örnekle konuyu daha da sağlamlaştıralım. Örneğin, bir giyim markasının ürünlerini giyip sokakta pazarlamak ve reklam yapmakla görevlisiniz. Ancak ne yazık ki bu giyim markasının ürünlerini pek beğenmiyorsunuz. Eğer bu marka size yüklü miktarda ödeme yaparsa, beyniniz şu net mesajı verecektir: “Sevmediğim bir markanın ürünlerini giyip reklamlarını yapıyorum çünkü bana yüksek miktarda ücret ödüyorlar.” Ancak ya az miktarda para öderlerse? Bu durumda beynin düştüğü çelişki şu şekilde olur: “Bu markayı giyiyorum ancak bu markanın ürünlerini sevmiyorum. Güzel bir ücret de söz konusu değil. O zaman neden sevmediğim şeyleri giyiyorum?” Bundan kurtulmak isteyen beyin, davranışı değiştirmeyi deneyebilir, ancak bir aylık bir anlaşma yaptınız ve kıyafetleri değiştiremiyorsunuz. O halde düşünceyi değiştirmeyi deneyebilir ve “Aslında o kadar kötü kıyafetler değil, aslında beğeniyorum, gayet güzeller” fikrini benimseyebilir. Ya da bilgiyi filtreden geçirerek bunun profesyonel bir iş olduğunu, kıyafetleri hâlâ sevmediğini ancak az da olsa aldığı paranın bu profesyonelliğin bir parçası olduğunu düşünebilir.
Gözden Uzak Olanın Gönülden Irak Olmasıyla İlişkisi
Peki, bu durum mevzu bahis olan atasözümüzle nasıl alakalı? Hep beraber inceleyelim. Kişinin elinde olan bilgi, bir ilişkide olduğu ve ilişkiye dair düşünceleri sevdiği kişinin yanında olması gerektiğidir. Daha da basitleştirirsek, her canlı gibi biz de sevdiğimiz şeyleri yakınımızda tutma, sevmediklerimizi uzakta tutma eğilimindeyiz. Tabii ki insanoğlu bundan çok daha karmaşık bir mekanizmaya sahip, ancak bazen çok basit işleyen eğilimlere de sahiptir. Şimdi düşünelim: Sevdiğimiz bir kişi var, ancak o kişi bizimle değil. Göremiyoruz, fiziki olarak hissedemiyoruz. Yeteri kadar ihtiyacımız olan yakınlığı sağlayamıyoruz. Tam bu durumda beynimizdeki bilişsel uyumsuzluk şu soruyu soruyor: Eğer seviyorsam neden yanımda değil? Eğer yanımda değilse gerçekten seviyor muyum? Otomatik olarak bu soruların yarattığı stresten kaçınmaya çalışan kişinin beynindeki seçenekler şu şekilde olur:
- Davranışı değiştirmek: Fiziki uzaklığı sonlandırarak sevdiği kişiyle bir araya gelmek.
- Düşünceyi değiştirmek: Artık sevmediğini kabullenmek.
- İnançları değiştirmek: Sevdiği kişinin mutlak suretle yanında olması gerektiğine dair inançlarını gözden geçirmek.
Her üç durumda da sahip olduğu bilişsel uyumsuzluk stresi azalmış olacak.
Her Şey Bu Kadar Basit mi?
Tek bir kelimeyle: Hayır. Bunlar zihnimizin sahip olduğu yanlılıklar. Hele ki dünyada uzak mesafe ilişkisi yürüten yüz binlerce insanı düşünürsek, tabii ki her şey bu kadar basit değil. Bu yanlılıklar, bazen zihnimizin içindeki can sıkıcı düşünceleri tetikleyen unsurlardan biri aslında. İnsan beyni her zaman var olan stresten kaçınmaya çalışacaktır. Bu yıkıcı ve zorlayıcı histen kurtulmaya çalışan zihin, biz daha farkında bile değilken bize bir sürü farklı kararlar aldırmaya veya yeni düşünceler empoze etmeye çalışacaktır. Kötü olan şu ki, alınan kararın en büyük amacı stresten kaçınmak olduğu için her zaman doğru kararlar olmayabilir. Terapiler, bu gibi sorgulamaları daha sağlıklı yapabilmek, gerçekten neyi daha çok istediğimizi bilebilmek ve daha sağlıklı kararlar alabilmek için çok önemli bir rol üstleniyor.