İnsan zihni, zamanla hem içsel hem de dışsal anlamda savaşır. Bilinç, geçmişin anıları ve geleceğin olasılıkları arasında salınırken, bugünü yaşamak modern psikolojinin temel amaçlarından biri hâline gelmiştir. Ne var ki “bugünü yaşama arzusu” ifadesi, ilk bakışta umut ve huzur vadederken, altında ciddi felsefi ve psikodinamik çatışmaları da barındırır. Bu yazıda, 19. yüzyıl filozofu Arthur Schopenhauer’un karamsar felsefesinden yola çıkarak, bugünü yaşama arzusunu psikolojik açıdan irdelemeye çalışacağım.
Schopenhauer ve İrade: Bitmeyen Arzuların Felsefesi
Schopenhauer, insanın doğasını “istemek” ile tanımlar. “Dünya, benim tasavvurumdur” diyerek açtığı The World as Will and Representation (1819) adlı eserinde, gerçekliğin özünde kör bir irade (Will) bulunduğunu savunur. Bu irade, bilinçli bir amaçtan ziyade, sürekli arzular doğuran, tatmine ulaşamayan ve durmak bilmeyen bir içsel itkidir. Ona göre bu irade sadece insanda değil, tüm doğada mevcuttur ve acının temel kaynağıdır. Tatminin ardından gelen kısa süreli huzur, yeni bir arzunun doğum sancılarıyla kesintiye uğrar.
Bu felsefi anlayış, psikodinamik kuramlarla dikkat çekici paralellikler gösterir. Freud’un yapısal kuramında, id’in dürtüsel doğası, Schopenhauer’un iradesine benzer şekilde, haz arayışına odaklıdır. Sürekli tatmin arayışı ve dürtülerin bastırılmasından doğan içsel çatışmalar, nevrotik semptomlara yol açar. Schopenhauer’un “İnsan ne zaman bir arzusu gerçekleşse başka bir acıya uyanır” düşüncesi, Freud’un haz ilkesine dayanan doyumsuz psikik enerji akışını çağrıştırır.
Bugünü Yaşamak: Gerçeklik mi, İdeolojik Bir Telsiz Çağrı mı?
Modern psikolojide sıkça başvurulan bir öneri vardır: “Geçmişi bırak, geleceği düşünme, sadece bugünü yaşa.” Bu yaklaşım özellikle Mindfulness Temelli Terapi, Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve ACT (Kabul ve Kararlılık Terapisi) gibi yönelimlerde yoğun olarak kullanılır. Bugünü yaşamak, zihnin dikkatini ana odaklamak ve düşünceleri yargılamadan kabul etmek anlamına gelir. Bu, anksiyete ve depresyon gibi rahatsızlıkların tedavisinde faydalı olduğu kanıtlanmış bir yöntemdir.
Ancak Schopenhauer’un perspektifinden bakıldığında, bu “bugünü yaşama arzusu” da başka bir irade nesnesi olabilir. Yani aslında kişi, yine bir şeyi istemektedir: dinginlik, huzur, kontrol. Bu da onu, farkında olmadan yine iradenin kölesi hâline getirir. Burada “anda kalma” pratiği bile bir başka arzunun aracı hâline gelebilir. Öz-farkındalık yerine performatif bir içsel denetim gelişebilir. “Bugünü yaşamalıyım” fikri, bireyde “Ya başaramazsam?” kaygısını da doğurur.
Arzuya Karşılık Anlam: Frankl ve Varoluşçu Bir Açılım
Schopenhauer’un karamsarlığı karşısında Viktor Frankl’ın varoluşçu psikolojisi umut sunar. Frankl’a göre, insanın temel dürtüsü haz değil, anlam arayışıdır. Nazi toplama kamplarında edindiği deneyimlerden yola çıkarak geliştirdiği logoterapi, bireyin koşullar ne olursa olsun bir yaşam anlamı bulabileceği fikrine dayanır. Bu yaklaşımda bugünü yaşamak, bir kaçış değil; yaşanılan deneyime yüklenen anlamla dönüşen aktif bir bilinç hâlidir.
Frankl, Schopenhauer’un acıyı ontolojik olarak görmesine karşı çıkar. Ona göre acı, anlamlı bir hedefe bağlanabildiğinde dönüştürücü olabilir. Bu da gösteriyor ki; bugünü yaşamak arzusu, ancak birey kendi yaşamına dair anlamı tanımladığında sürdürülebilir bir hâle gelir. Aksi takdirde bu arzu, haz arayışının başka bir yüzü olur.
İstemenin Psikolojisi: Jung ve Bireyleşme Süreci
Carl Gustav Jung, arzuların bastırılmasını değil, onların bilinç düzeyine çıkarılmasını savunur. Jung’un bireyleşme süreci, bireyin kendi gölgeleriyle yüzleşerek daha bütün bir benlik oluşturması anlamına gelir. Schopenhauer’un iradeden kurtulma önerisine karşılık, Jung arzuları dönüştürmeyi, entegre etmeyi önerir. Kişi istemeyi bırakmamalı, neyi neden istediğini anlamalıdır.
Bugünü yaşamak arzusu da bu açıdan incelendiğinde, yüzeysel bir farkındalık pratiğinden ziyade derin bir içsel yüzleşmeye dayanmalıdır. Jung’a göre kişi, kendi içsel çatışmalarını fark etmeden “anda kalamaz”. Ancak kendi gölgeleriyle tanışmış bir bilinç, şimdiye aidiyet geliştirebilir.
Schopenhauer’un Psikoterapötik Yansımaları
Schopenhauer’un fikirleri, doğrudan bir terapi tekniği geliştirmese de birçok terapötik yaklaşımda yankı bulur. Varoluşçu terapi, bireyin özgürlüğü, sorumluluğu ve yalnızlığı ile yüzleşmesini hedefler. Bu, Schopenhauer’un acı ve arzularla dolu yaşam anlayışı ile kesişir. Yine mindfulness uygulamalarında görülen “arzuyu gözlemleme” pratiği, iradenin farkındalığına dair bir araçtır. Danışan, arzusunun nesnesini değil; onun doğasını gözlemlediğinde, istemekten bir süreliğine de olsa özgürleşebilir.
Burada önemli olan, arzudan tamamen kurtulmak değil, onunla kurulan ilişkiyi dönüştürmektir. Schopenhauer için arzudan kurtulmak nihai hedeftir; psikoloji içinse onunla başa çıkmak ve onu yönetebilmektir.
Sonuç: Bugün, Belki de Bir Alıştırmadır
Bugünü yaşamak arzusu, yalnızca “şimdi”de olmakla sınırlı değildir. Bu bir bilinç hâlidir. Schopenhauer’un karamsar irade felsefesi, insanın doyumsuz doğasına ışık tutar; ama modern psikoloji bu iradeyi anlamak, yönlendirmek ve dönüştürmek için yollar sunar. Danışanlarımızın “bugünü yaşamak istiyorum” ifadesini duyduğumuzda, bunun altında yatan arzuları, çatışmaları ve anlam arayışlarını göz ardı etmemeliyiz.
Schopenhauer’un dediği gibi: “İsteme, acıdır.” Fakat istemenin farkında olmak, psikoterapötik bir özgürlük alanı yaratır. Bugün, sadece bir gün değil; arzuyla, anlamla, bilinçle kurulan ilişkinin küçük bir alıştırmasıdır.
Kaynakça
-
Schopenhauer, A. (1819). The World as Will and Representation
-
Frankl, V. (1946). Man’s Search for Meaning
-
Freud, S. (1920). Beyond the Pleasure Principle
-
Jung, C. G. (1961). Memories, Dreams, Reflections
-
Hayes, S. C., Strosahl, K. D., & Wilson, K. G. (1999). Acceptance and Commitment Therapy
-
Kabat-Zinn, J. (1994). Wherever You Go, There You Are