Hiç kendinize “Ben kimim?” diye sorduğunuz oldu mu?
Belki gözünüze uyku girmediği o boğucu saatlerde, belki bir otobüs durağında, belki de büyük bir kalabalığın ortasında…
Çoğumuz bu soruyu cevapsız bırakırız, çünkü cevabı sandığımızdan çok daha derin ve zordur.
Gençliğin belki de en büyük yüklerinden biridir bu: Kendini bulmak.
Yeni bir işe başlamak ya da bir sınava hazırlanmak kadar net bir süreç değildir; daha çok, ilk defa gidilecek olan bir şehre yapılan uzun bir yolculuk gibidir.
Gençlik dönemi dışarıdan bakıldığında eğlenceli, enerjik, özgür, umursamaz görünse de içten içe bitmek bilmeyen bir telaş hâkimdir:
“Hayatım nasıl devam edecek, nereye varacak, doğru seçimler yapıyor muyum, ne istiyorum, dışarıdan nasıl görünüyorum, ben gerçekten de kimim?”
Erik Erikson ve Kimlik Krizi
Psikolog Erik Erikson, her yaşam döneminde bireylerin çözmesi gereken psikososyal krizler olduğunu ileri sürer ve başarılı bir sosyal gelişim için bu krizlerin çözülmesinin zorunlu olduğunu vurgular. Bu noktada, bu tür sorular Erikson’un gelişim kuramında ergenlikten genç yetişkinliğe geçiş dönemine denk gelen, bireyin “ben kimim?” sorusuna yanıt aradığı ve benlik duygusunu şekillendirdiği kritik aşamayı, yani kimlik krizini akla getirir.
Bu süreçte genç birey, bir yandan toplumun beklentileriyle yüzleşirken diğer yandan kendi değerlerini, amaçlarını ve yaşam yönünü keşfetmeye çalışır.
Erikson’a göre, gençliğin en büyük psikolojik görevi kimliğini bulmaktır. Eğer bunu başaramazsak, hayat boyu sürecek bir boşluk duygusu peşimizi bırakmaz.
Erikson’un psikososyal gelişim kuramı, her biri belirli bir kriz veya çatışma içeren sekiz yaşam evresi sunar.
Bu evrelerde bireylerin sonraki dönemlerdeki çatışmalarla başa çıkabilmesi için, birbirine domino taşı etkisi veren her krizi yeterince çözmesi gerekir.
Erikson’un Psikososyal Gelişim Evreleri
1. Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0 – 1,5 yaş)
Bu ilk evrede, bebeklerin bakım verenlerle etkileşim yoluyla çevreye güven geliştirmesi gerekir.
Bakımın tutarsız veya yetersiz olduğu durumlarda çocuk güvensizlik ve kaygı geliştirir.
Örneğin, ağladığında annesinin gelip kucağına alması güven duygusunu besler; tam tersi durumda bebek dünyaya güvensizlikle bakmayı öğrenir.
2. Özerkliğe Karşı Kuşku (1,5 – 3 yaş)
Yürüme ve dil gelişimiyle birlikte çocuk, çevresindeki nesneleri keşfetme ve kontrol etme becerilerini geliştirir.
Bu evrede aşırı kısıtlama veya eleştiri, çocuğun “ben yapabilirim” duygusunu zedeler.
Kısıtlanma halinde, çocuk kendi becerilerinden şüphe etmeye başlar.
3. İnisiyatife Karşı Suçluluk (3 – 6 yaş)
Okul öncesi dönemde çocuk, kendi başına etkinlik başlatabilmelidir.
Bu girişimlerin desteklenmesi özgüven gelişimini sağlarken, ebeveynlerin olumsuz tepkileri suçluluk duygusu yaratır.
Örneğin, çocuk resim yaparken “saçma olmuş” denirse, girişimcilik yerine suçluluk duygusu gelişir.
4. Yetkinliğe Karşı Aşağılık Duygusu (6 – Ergenlik)
İlkokul yıllarında çocuk, yeteneklerini geliştirerek sosyal beceriler kazanır.
Ancak başarısızlık veya dışlanma hissi yaşayan çocuklarda yetersizlik duygusu gelişir.
Bu, sonraki yaşam evrelerinde özgüven eksikliğine yol açabilir.
5. Kimliğe Karşı Rol Karmaşası (Ergenlik)
Ergenlik döneminde birey, genişleyen sosyal çevresinde farklı rolleri deneyerek kendi kimliğini bulmaya çalışır.
Bu krizin başarılı bir şekilde çözülmesi, tutarlı bir benlik algısı geliştirmeyi sağlar.
Aksi takdirde bireyde kararsız ve merkezden yoksun bir benlik imajı oluşur.
“Ben kimim?” sorusu işte bu evrede en güçlü şekilde yankılanır.
6. Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık (Genç Yetişkinlik)
Genç yetişkinlik döneminde bireyin karşılaştığı temel kriz, yakınlık ile yalıtım arasındaki çatışmadır.
Başkalarına duygusal, ahlaki ve cinsel bağlılık geliştirme kapasitesini kazanmak, bireyin bazı tercihlerinden ödün vermesini ve mahremiyetinin bir kısmından vazgeçmesini gerektirir.
Bu krizi çözemeyen birey, yalıtılmışlık ve yalnızlık hissi yaşar.
7. Üretkenliğe Karşı Durgunluk (Orta Yaş Dönemi)
Orta yaşta birey, kendini ve eşini aşarak ailesine, işine, topluma ve gelecek nesillere karşı sorumluluk hissetmeye başlar.
Bu evreyi çözemeyen bireyler, kendi isteklerine odaklanır, geçmiş kararlarını sorgular ve güvenlik yerine özgürlüğü tercih ederek durgun bir yaşam sürebilirler.
Çocuk yetiştirmek, topluma fayda sağlayan işler yapmak üretkenliği gösterirken; yalnızca kendi çıkarlarına odaklanmak durgunluk yaratır.
8. Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk (Yaşlılık)
Yaşlılık döneminde birey, hayatına geri dönüp bakarak huzur ve bütünlük hissi arar.
Önceki aşamalardaki krizleri çözümleyebilen birey, pişmanlık duymadan bütünlük hissiyle yaşar.
Ancak bu krizler çözümsüz kaldığında, birey tatminsizlik, umutsuzluk ve değersizlik hissi yaşar.
Kimlik Bütünlüğü ve Rol Karmaşası
Peki nedir bu “kimlik bütünlüğüne karşı rol karmaşası” ve nasıl sağlıklı bir şekilde atlatılır?
Aslında kimlik krizi, “Ben kimim, neye inanıyorum, hayatta hangi yolda yürüyeceğim?” sorularının cevapsız kaldığı dönemdir.
Bazen giyim tarzımızda, bazen meslek seçiminde, bazen de sosyal ilişkilerimizde kendimizi kabul ettirme çabasında ortaya çıkar.
Sağlıklı bir şekilde atlatmanın yolu, bu belirsizliği kabul etmekten geçer.
Her şeyin hemen netleşmesini beklemek yerine, denemek, keşfetmek ve hata yapmaktan korkmamak gerekir.
Kimliği bulmak bir anda gelen bir “aydınlanma” değil; yavaş yavaş inşa edilen bir yolculuktur.
Tıpkı pusulasız bir yolculukta yönümüzü her adımda biraz daha keşfetmek gibi…
Kimlik krizini aşmanın bir diğer yolu da kendi sesine kulak vermektir.
Çevremiz sürekli “şunu yap, bunu seç, böyle giyin, onu örnek al” derken, çoğu zaman başkalarının beklentileri arasında sıkışırız.
Oysa kimlik, başkalarının bize biçtiği rollerden değil, kendi deneyimlerimizden doğar.
Bazen bir hobiyle, bazen gönüllü bir sosyal projeyle, bazen de bir başarısızlıkla kendimizi daha yakından tanırız.
Yani kimlik dediğimiz şey, tek bir cevaptan ziyade; denemelerimizin, seçimlerimizin ve yaşadığımız küçük anların toplamıdır.
Felsefenin Seslenişi
Varoluşçu filozoflar da benzer bir noktadan seslenir bize.
Jean-Paul Sartre, “İnsan özgürlüğe mahkûmdur.” derken aslında kendi seçimlerimizin ağırlığından bahseder.
Yani kim olacağımızı seçmek bizim elimizdedir, ancak bu özgürlük aynı zamanda sorumluluğun ağırlığını da taşır.
Viktor Frankl ise daha umutludur.
Ona göre, hayatın anlamını aramak, kim olduğumuzu bulmanın en önemli anahtarıdır.
Frankl, insanın anlam arayışı sürecinde kimliğini bulduğunu ve yaşamın zorluklarına ancak bu anlam üzerinden dayanabildiğini söyler.
Kimlik Arayışı: Bir Yolculuğun Kendisi
Belki de mesele şu:
Kimlik arayışı, bir günde cevap bulunacak bir soru değildir.
Her gün yeniden sorulan, bazen “bilmiyorum” cevabını da kucaklayıp kabul eden uzun bir süreçtir.
Gençlikte yaşadığımız kaybolmuşluk duygusu aslında yolun doğal bir parçasıdır.
Kendini bulmak, aceleyle çözülmesi gereken bir problem değil; yaşayarak, deneyerek, hata yaparak, düşüp kalkarak öğrenilen bir hikâyedir.
Unutma: Kim olduğunu bulmak bir varış noktası değil; her gün yeniden yazdığın uzun bir hikâyedir.
Bir Kitap Önerisi
Bu noktada Viktor Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” kitabını okumanızı tavsiye ederim.
Frankl, insanın kimliğini ve yaşam amacını keşfetme sürecinin ne kadar derin, sancılı ve bir o kadar da değerli olduğunu anlatır.
Hayat, kim olduğunu bulma yolculuğunda sabır ve farkındalıkla yürüyenler için, en büyük öğretmendir.


