Rüzgâr bir alev mi başlattı yoksa bir mum mu söndürdü?
Hepimizin hayatında karanlık uyandığımız sabahlar, zor uyutan geceler vardır. Böyle zamanların acıları (travmatik anılar), bağışlanması zor acılar olarak kayda geçer. Bireysel “acı”lar olur, olacaktır. Hayat, sürekli dengeyi tekrar bulma halidir. Hiçbirimiz ömür boyu dengede kalamayız, dengemizi kaybederiz ve tekrar buluruz. Burada konuşacak olduğumuz acı; bireysel bir acı değil; bunun adı toplumsal yas.
Toplumsal Yas Nedir?
Toplumsal yas; travmaya bağlı, çaresizlik, öfke ve mutsuzluk hislerinin dorukta yaşandığı anları içerir. Yas’ın doğasındaki yoldaşlar; inkâr, öfke, pazarlık, depresyon, kabuldür. Toplumsal yas, bu kavramların birbirine çarpa çarpa daha şiddetli yankılandığı haldir. Bütün bunların sırayla gerçekleşmesi gerekmiyor. Evreler aralarında yer değiştirebilir.
Toplumsal yas, parmak izi gibidir. Kolektif bellekte derin izler bırakan toplumsal travmatik olaylar, kolektif kimliğin bir parçası haline gelir. Burada zaman aşımı çok daha farklı bir işleyişe sahiptir. Zaman her şeyin ilacı mı? Olmalı mı? Zamanın iyileştiren ve dönüştüren özelliği ne zaman ortaya çıkar?
Toplumun Rolü ve Toplumsal Yas
Öncelikle yas tutulurken toplumun destek olma şekli birçok şeyi değiştirir. Örneğin; yaşanan toplumsal travmatik olayın bir daha yaşanmaması için alınan önlemlerin görünür olması yas tutmayı özgür kılar. Yeni tetiklenme yaratmak yerine, geçmiş acının yasını tutmak kolaylaştırılmalıdır. Bu, özgürce bir kolektif toplumsal yas tutma şekli için önemlidir.
Toplumda tüm bireysel renkleriyle yer alan insanların bir arada yas tutması ve kendilerini geliştirerek bu yolu tamamlaması çok değerlidir. Bu bir ruhsal dönüşümdür. Elisabeth Kübler-Ross’un dediğini hatırlayalım: “Tanıdığım en güzel insanlar; yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi ve kaybı deneyimlemiş, ancak bu derinliklerden çıkmanın bir yolunu bulmuş kişilerdir.”
Travma, Yas ve Umut Üçgeni
Travma, Yas ve Umut üçgenini hayal eder misiniz? Şimdi de; Travmayı üçgenin tepesindeki noktaya koyup, üçgenin genişlediği sağ ve sol köşenin birine toplumsal yas’ı, birine umut’u yerleştirebilirsiniz. Şöyle özetleyebiliriz: Kolektif travma gerçekleşti, bu acının toplumsal yas sürecinden geçildi ve umut yine yeniden tekrar ortaya çıktı.
Acının bireysel olarak kişiye en iyi geldiği, toplumsal olarak ise korkutucu sonuçlara yol açtığı aşama duyarsızlaşmadır. Duyarsızlaşma, özellikle EMDR Terapisiyle çalışırken çok başarılı sonuçlar doğuruyor. EMDR Terapisiyle geçmişin bugüne olumsuz etkisi çalışılıyor. Kişi, travmatik anının yükünü hafifletmiş olarak bu anıyı işlevsel diğer anı ağları arasına yerleştirebiliyor. Dolayısıyla bu artık bir yaşam deneyimi olduğu için gereken ders almada artık gerçekleşebiliyor.
Toplumsal Acılarda Duyarsızlaşma Sorunu
Toplumsal acılarda iki uç oluyor; ya sürekli aktif bir tetiklenme durumu oluyor ya da duyarsızlaşma oluyor. Problem ise buradaki duyarsızlaşma ders çıkarma, yarar sağlama odaklı olmayan işlevsiz bir haldir. Acının yaşandığı o toplumun bugün aymaması (uyanmaması), yaşadığı acıyı yararlı bir eylem olarak dönüştürüp tekrar ortaya koyamamasındandır. Burada en değerli kritik; “Acının içinden geçmelisin ama unutmamalısın.” Anılar arşive öyle sağlam ve sağlıklı yerleşmeli ki; umut’a yer açılsın.
Umut’un Hikâyedeki Yeri
Peki, hikâyende bir umut’luk yer var mı? Her hikâyenin içinde birden fazla umut saklı. Kayboluşlarda ise tek yol umut’u tekrar sorgulamak. Belki başka bir hikâyede, belki kendi hikâyemizin derinliğinde. İşte o zaman çaresizliğin içinde bir umut’luk yer açılabilir.
Birbirimize dürüst olup hikâyemizi paylaşırsak umut, anı ağlarımız arasında yerini bulabilir. Bazen haykırır, bazen de saklı kalır. Umut, insanın varoluş duygusunu destekliyor aslında. Kıyaslanamaz ve ya başka bir an yerine kullanılamaz, fakat bazen coşku, bazen de hüzün ile değiştirir yerini ve karıştırır zihni. Oysa ki en geçirgen haliyle, “şimdi ve burada”, o hikâyenin anı ağına ait olmalı umut; hem bireysel hem toplumsal yankılanması da buradan kaynaklanıyor.
Umut’u Yakalamak
En güzeli de umut’u anda yakalamak ve tanımak. Umut’u yakalamak ve tanımak, biricik yaşamımızdan toplumun tümüne yayıldığında; bu artık düşüncenin ve duygunun büyük duyurusudur. Aynı zamanda da iyi ve kötünün zenginliği içinde kendimize yer bulduğumuz anlamlı bir soluklanmadır.
Nietzsche der ki: “Öldürmeyen acı, beni güçlendirir.” Nietzsche burada acıyı arzulamıyor ama acı bir durum olduğunda da bunu fırsat olarak görmek gerektiğini söylüyor. Aslında bu yönüyle travma sonrası büyüme kavramını da aklımıza getiriyor. Bir durumun içinden geçmek için, o durumu anlamak gerekiyor. Ancak durumu anladıktan sonra içinden geçebilirsin. Sezen Aksu’nun şarkı sözünü hatırlar mısın? “Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir.”
Sonuç: Umut Dolu Günlere Doğru
Umut dolu günleri beklerken, güven duygumuzu açık tutmalıyız. Her şeye rağmen ve her şeyle birlikte. Belki de bir gün umut, hikâyemizde en sağlam şekilde yerini alacaktır. Fark et! Cümlemizde olduğu gibi, hikâyemizde de uçtan uca umut saklı. Sonrası mı?
Sonrası varsın umut olsun.