Cuma, Kasım 7, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Ayı Olmak İsteyen Çocuk (The Boy Who Wanted To Be A Bear) ve Psikolojik Arka Planı

2002 yapımı The Boy Who Wanted to Be a Bear (Ayı Olmak İsteyen Çocuk), kuzeyin soğuk ve izole coğrafyasında geçen, derin sembolik katmanlara sahip bir animasyon filmidir. Küçük bir çocuğun bir ayı tarafından evlat edinildikten sonra kendi doğasına, kimliğine ve aidiyetine dair duyduğu ikilemler film boyunca izleyiciye aktarılır.

Bu anlatı, yalnızca bir çocuk masalı değil; insanın içsel doğasına, toplumla kurduğu ilişkiye ve varoluşsal sorgulamalarına dair güçlü bir metafor olarak okunabilir. Bu çalışma, filmi Jung’un bireyleşme süreci ve gölge arketipi ile Bowlby’nin bağlanma kuramı temel kavramları çerçevesinde analiz etmeyi amaçlamaktadır.

Varoluşçu Yaklaşım, Jungiyen Bireyleşme ve Bağlanma Kuramı Üzerinden

Varoluşçu psikologlara göre insan, kimliğini doğuştan almaz; onu kendi seçimleriyle oluşturur (Sartre, 1946).

Filmde çocuk, doğduğu tür olan insan toplumundan uzak bir ayı anne tarafından büyütülmektedir. Daha sonrasında bu yaşamla bağ kurmasıyla öğretilerinin vahşi ve ilkel yaşama göre şekillenmesinin ardından bu yaşam formunu insan toplumuna tercih etmesindeki karar mekanizması, onun doğasına uygun bir varoluş biçimini tercih ettiğini gösterir.

Toplumun “insan olma” yönündeki yönlendirmelerine karşı, kendi özgür iradesiyle varlığını tanımlar. Varoluşçu psikolojiye göre insan, doğuştan gelen bir özle değil, kendi seçimleriyle şekillenen bir kimlik yapısıyla var olur.

Jean-Paul Sartre’ın (1946) “öz, varoluştan sonra gelir” önermesi, bireyin önce dünyaya atıldığını, ardından kimliğini özgür seçimleriyle inşa ettiğini savunur.

The Boy Who Wanted to Be a Bear filmindeki çocuk, doğuştan insan olarak dünyaya gelmiş olsa da, yaşamının erken evresinde ayı annesiyle kurduğu ilişkiden sonra, kültürel olarak kendisini insanlardan çok ayılara ait hissetmeye başlar.

İnsan toplumu tarafından “geri alınmaya” çalışıldığında, beklenmedik bir şekilde çocuk kendisini bu yapay dünyada yabancı hisseder.

Buradaki çatışma yalnızca türsel bir farklılıktan ibaret değildir; bireyin kendine ait bir varoluş biçimi seçme arzusunu simgeler. Sartre’a göre özgürlük, bireyin seçim yapma zorunluluğudur ve bu seçim çoğu zaman kaygı ile birlikte gelir.

Filmde çocuk, toplumun ona sunduğu insan kimliğini ve değerlerini reddederek ayı olmak ister; çünkü bu form, onun doğrudan deneyimlediği şefkat, aidiyet ve doğallıkla örtüşmektedir.

Bu noktada “ayı olmak”, yalnızca fiziksel bir dönüşüm arzusu değil, daha çok otantik benliğe yönelmiş bir tercihtir.

Otantik benliği ele alırken bir diğer incelenmesi gereken konu ise Carl Gustav Jung’un psikolojik kuramındaki bireyleşme süreci, yani bireyin öz benliğine ulaşma yolculuğudur.

Bu süreçte kişi, bastırdığı veya toplum tarafından kabul edilmeyen yönleriyle yüzleşerek daha bütüncül bir benliğe ulaşır (Jung, 1959). Burada bahsedilen toplum tarafından kabul edilmeyen yönler, filmdeki çocuk karakterin ayı annesiyle geçirdiği dönemdeki öğretilerini de kapsar.

Bir diğer deyişle, ayılarla geçirdiği zaman onun “doğal benliğini” temsil ederken; insanların dünyası, toplumsal kuralları, beklentileri ve rollerini simgeler.

Daha derinlemesine bakmak gerekirse burada “ayı”, Jung’un gölge arketipi ile örtüşür: bastırılmış ama güçlü, otantik bir benlik yönü.

Filmdeki çocuğun insan toplumuna geri dönerken yaşadığı içsel çatışma, toplumun öğretilerinden uzak büyüyen bireyin bastırılmış kimliğiyle yüzleşmesi ve içgüdülerine dönme arzusunu temsil eder.

Jung’un öğretisine göre gölgeyle yüzleşmeden bireyleşme mümkün değildir; filmdeki çocuğun dönüşüm arzusu da bu gölgeyle bütünleşme ihtiyacının bir dışavurumudur.

Bütün bunların yanı sıra çocuğun geçirdiği psikolojik süreci anlamak için bağlanma nesnesini de incelemek gerekir.

John Bowlby’nin bağlanma kuramına göre bir çocuğun gelişiminde sağlıklı birincil bağlanmalar, duygusal güvenliğin temelini oluşturur (Bowlby, 1969).

Filmde çocuk, biyolojik ailesinden ayrı düşmüş ve bir ayı tarafından sevgiyle büyütülmüştür. Ayı annesiyle kurduğu bağ, onun birincil bağlanma figürü hâline gelir.

Buradan da anlaşılacağı üzere bağlanma kuramı, şartların zorluğundan bağımsız olarak duygusal yakınlık ve güvenliğin hissedildiği ortamlarda işler.

İlerleyen sahnelerde insan ailesine döndüğünde, yeni bir bağlanma figürüyle yeniden bağ kurması beklendiğinde çocuk, bu yeni bağlanma figürünü içselleştirmekte zorlanır.

Bu durum, onun aidiyet hissinde bir bölünmeye neden olur. Çocuk ile annelik figürleri arasında yaşanan bağlanma çatışması da bu temsili destekler.

Çocuğun içsel olarak kendini ayılara ait hissetmesi, Bowlby’nin kuramında duygusal bağın biyolojik bağdan daha belirleyici olabileceği fikrini güçlendirir.

Sonuç

Ayı Olmak İsteyen Çocuk, ilk bakışta sade bir çocuk animasyonu gibi görünse de, alt katmanlarında kimlik, aidiyet, bağlanma ve özgürlük gibi derin psikolojik ve felsefi temalar barındırmaktadır.

Film, Jung’un bireyleşme süreci ve gölge arketipi aracılığıyla çocuğun içsel dönüşümünü anlamamıza olanak tanırken, Bowlby’nin bağlanma kuramı da onun güvenlik ve aidiyet ihtiyacını açıklamaya yardımcı olur.

Aynı zamanda varoluşçu psikolojinin etkisiyle, bireyin kendi kimliğini özgür iradesiyle şekillendirme mücadelesi ön plana çıkar.

Bu film, izleyicisine şu soruları sormaya teşvik eder:
Gerçekten kimim?” ve “Kendimi ait hissettiğim yer neresi?

Bu sorular yalnızca çocuklara değil, tüm insanlara yöneliktir.
Doğa ve toplum ikileminde film, şu soruyu da hatırlatır:
İnsan doğanın bir parçası mı, yoksa doğanın üstünde mi?

Film bu sorulara net yanıtlar vermez; ancak bireyin kendi iç sesini dinlemesinin önemini güçlü bir biçimde vurgular.

Kaynakça

  • Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Volume I. Attachment. New York: Basic Books.

  • Jung, C. G. (1959). The archetypes and the collective unconscious (Vol. 9, Part 1). Princeton University Press.

  • Sartre, J.-P. (1946). Existentialism is a Humanism. Yale University Press.

  • Kierkegaard, S. (1844). The Concept of Anxiety. Princeton University Press.

Asude Özkal
Asude Özkal
Asude Özkal, psikoloji lisansının ardından klinik psikoloji alanında yüksek lisansını yapmıştır. Şu anda profesyonel olarak danışan görmekte ve çalıştığı alanlar arasında bağımlılık, cinsel terapi, depresyon, kaygı ve psikotik bozukluklar, fobiler ve OKB bulunmaktadır. Lisans ve yüksek lisans süreci boyunca farklı yayınlarını tamamlamış ve bunlardan bazıları şunlardır: Uyku ve Sirkadiyen Ritim, Çok Dille Büyüyen Çocukların Kognitif Yetenekleri ve Yetişkin Bireylerde Sosyal Medya Kullanım Miktarı ve Dikkat Süresi Arasındaki İlişki. Aynı zamanda şu an aktif olarak Terapi Bilimleri Akademisi'nde araştırma asistanlığı yapmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar