Salı, Mayıs 13, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Aşkın Gölgesinde: Bağımlı Kişilik Bozukluğu ve İlişkiler

“Beni seviyor musun?”

“Peki şimdi de seviyor musun?”

“Sen daha iyisini bilirsin.”

“Ben sensiz yapamam.”

“Ne istersen o olsun, yeter ki gitme.”  

Bu cümleler size tanıdık geliyor mu? Belki bir partnerinizden, belki kendi iç sesinizden… Onay arayan, özür dileyen, aşırı uyumlu, sürekli güven arayan bu pasif söylemler, kimi zaman sadece bir sevgi arayışı değil; kimliğini bir başkasının varlığına bağlamış bir ruhun hayatta kalma çığlığıdır. Her dört kişiden biri, bir ilişki sona erdiğinde “hayatım bitti” duygusuna kapıldığını söylüyor. Psikiyatri kliniklerinde Bağımlı Kişilik Bozukluğu örüntüsüne rastlanma oranı ise %10 ile %15 arasında değişiyor (Bornstein, 1992). Peki ya bazı insanlar neden bir ilişkinin içinde aşkı yaşamakla değil, kaybetmemek ile meşguldür? Neden bazıları için yalnızlık, fiziksel acı kadar tehditkâr olur? Cevap; sevgiden değil; terk edilme korkusundan beslenen bir kişilik yapılanmasında gizli: Bağımlı Kişilik Bozukluğu.

Gözden Kaçan Bir Karanlık: Bağımlı Kişilik Bozukluğunun Tanımı ve Belirtileri

Bağımlı Kişilik Bozukluğu (BKB), yüzeyde yalnız kalmaktan hoşlanmayan ya da sadece fazla ilgi isteyen yapışkan biri gibi görünebilir. Oysa bu bozukluğun altında, bireyin kendi kararlarını alamayacak derecede pasif olması, başkalarına sürekli ihtiyaç duyması ve terk edilme korkusuyla kendi benliğinden ödün vermesi gibi derin yapısal dinamikler yatar. DSM-5’e göre bu bireyler, başkalarının desteği olmadan gündelik kararlarını bile almakta zorlanırlar (APA, 2013). Ancak mesele yalnızca karar verememek değil; terk edilmemek için kişinin kendini silmeye razı gelmesidir. Örneğin, şiddet içeren ilişkilerde dahi kalmaya devam edebilirler; çünkü “yalnız kalmak”, fiziksel şiddetten daha büyük bir tehdit gibi algılanabilir (Bornstein, 1992). Klinik gözlemler, bu kişilik yapısının mantıksız inançlar ve genetiğin dışında, çocuklukta koşullu sevgiye, erken gerçekleşen bakım veren kaybına, ebeveyn tarafından ihmal veya reddedilmeye maruz kalma deneyimlerine dayandığını gösteriyor. Bu deneyimlerde sevgi, yalnızca “doğru” davranıldığında elde edilir; kabul görmek için itaat etmek gerekir. Zamanla birey şunu öğrenir: “Var olmanın koşulu, başkasının varlığına hizmet etmektir.”

Aşk İdealizasyonu ve Aşkın Kılığına Girmiş Terk Edilme Korkusu

Bağımlı Kişilik Bozukluğuna sahip bireyler, romantik ilişkilerde partnerlerini sıklıkla idealize eder. Henüz birkaç haftalık bir tanışıklıkta dahi “ruh eşim” diyebilirler. Ancak bu hızlı bağ, çoğunlukla sevgiyle değil, güvenlik ihtiyacı ile örülüdür. Aşık olmaktan ziyade, yalnız kalmamaya aşıktırlar. Bu yüzden aşk onlar için bir sığınak, bir korunma alanıdır. Bu idealizasyon partner üzerinde baskı yaratırken, ilişkilerde zamanla ciddi bir dengesizlik başlar. Terk edilme korkusu o kadar baskındır ki, birey sürekli özür dilemeye, kendi ihtiyaçlarını görmezden gelmeye ve hatta partneri tarafından aşağılanmayı hak ettiğini düşünmeye başlar (Millon, 2011). Bu bir aşk değil, bir kimliğin sistematik olarak silinmesi hikâyesidir.

Modern İlişkilerde Görünmeyen Tehlike

Günümüzün dijital dünyasında, sosyal medyada yaygınlaşan ilişki hedefleri gibi kavramlar, bağımlı ilişki dinamiklerini normalleştiren trend haline gelmiştir. Her an mesajlaşma, sürekli birlikte olma isteği ve kıskanmayı sevgiyle ilişkilendirme gibi davranışlar, dışarıdan bakıldığında romantik ve tutkulu bir aşkın işaretleri gibi görünebilir. Ancak, bu davranışlar aslında Bağımlı Kişilik Bozukluğu gibi psikolojik bir durumun toplumsal bir yansıması olabilir. Oysa sağlıklı ilişkilerde sevgi, boğmaz; nefes aldırır. Partnerler hem bir arada olmanın keyfini yaşarken hem de bireysel alanlarına sahip çıkarlar.

Narsist ile Bağımlı: Zehirli Bir Uyum

Bağımlı Kişilik Bozukluğuna sahip bireylerin sıklıkla narsistik eğilimler gösteren partnerlere çekilmesi, psikodinamik açıdan dikkat çekici bir olgudur. Narsist bireyler beğenilmek ve kontrol etmek isterken; bağımlı bireyler onay vermeye, uyum sağlamaya ve sevilmeye hazırdır. Bu toksik uyum, dışarıdan “tutkulu aşk” gibi görünse de içeride ciddi bir duygusal yıkım yaşanır. Narsist partner, hayran olunma arzusunu doyururken; Bağımlı Kişilik Bozukluğu’na sahip partner, yok sayılma pahasına var olmaya çalışır (Wink, 1991).

Ne Yapmalı?

Değişim, bireyin önce kendi ihtiyaçlarını tanıması ve kabul etmesiyle başlar. Terapötik süreçte, kişi başkalarının onayı olmadan da değerli olduğunu öğrenir. Özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Şefkat Odaklı Terapi, bu bireylerin öz-yeterlik ve otonomi duygularını güçlendirmek için oldukça etkili yöntemlerdir (Beck et al., 2004). Çünkü gerçek iyileşme, bir başkasına tutunarak değil; kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenerek başlar.

Sonuç: Aşk Mı, Alarm Mı?

Aşk, bir bağ kurma sürecidir. Ama sağlıklı bir bağ, karşılıklı özgürlüğe ve bireyselliğe saygı duyar. Eğer bir ilişki seni “sen olmaktan” uzaklaştırıp sürekli “biz” şeklinde hitabete getirmişse, bu aşk değil; bir alarmdır. Sevilmek uğruna kendini silmek yerine, önce kendi varlığını kabul etmek gerekir. Çünkü gerçek aşk, önce kendinle başlar.

Kaynakça

Dilara Erbaş
Dilara Erbaş
Dilara ERBAŞ psikolojiye olan ilgisini insan doğasını anlama ve ruhsal sağlığı iyileştirme tutkusuna dayandıran bir yazardır.Yeditepe Üniversitesi’nde psikoloji lisansını tamamladıktan sonra klinik psikoloji, sağlık psikolojisi, bilişsel davranışçı terapi, kayıp ve yas terapisi, doğum öncesi, sırası ve sonrasındaki duygusal ihtiyaçlar başta olmak üzere çeşitli psikoterapi teknik ve testleri ve bireysel farkındalık yöntemleri üzerine uzmanlaşmış ve uzmanlaşmaya devam etmektedir. Deneyimlerini, güncel psikolojik araştırmaları ve günümüz çağını harmanlayarak, okuyucularına hem bilimsel hem de uygulanabilir bilgiler sağlamak isteyen Erbaş, yazılarında genellikle psikolojiyi günlük hayatla ilişkilendirerek, bireylerin içsel dengeyi bulma ve duygusal zorlukların öncelikle tanınmasına yardımcı olmayı hedeflemektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar