Çarşamba, Ekim 15, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Aşk Kısıtlayıcı Olmak Zorunda Mı? Adler ve Sevgi Görevi Kavramı

Karşılıklı aşk, başlarda ruhumuzu bir kuş kadar özgür hissettirir. Dünyadaki bütün zorluklara göğüs gerebilecek kadar dayanıklı olduğumuz fikrini benliğimizin en küçük zerresine kadar yerleştirir. Öyle güçlü hissettirir ki insanı, başlamaya korktuğunuz işler bile gözünüze sadece üzerine zıplanılması gereken ufak basamaklar gibi gelmeye başlar.

O insanın elini tuttuğunuzda, zifiri karanlık bir mağarada bile cesaretle sona doğru yürüyebileceğinizi düşünürsünüz. Ancak bu denli yoğun hislere gebe başlayan ilişkilerimiz, zaman geçtikçe neden kollarımızdan ve bacaklarımızdan zincirlere vurulmuşuz gibi hissettirmeye başlar?

Zaman içerisinde bu özgürleştirici ve güçlendirici hissin boğazda kalmış bir düğüme dönmesi normal midir? Aşık olmak demek, esareti kabul etmek mi demektir? Aşk ve özgürlük yan yana gelmesi imkansız iki kavram mıdır?

Bu sorulara cevap ararken Alfred Adler’in yaşam görevleri içerisinde “kırmızı kurdeleler” benzetmesi yaptığı sevgi görevini inceleyelim ve gerçek aşkın ne olduğunu tartışalım.

Adler’e Göre Yaşam Görevleri ve Sevgi

Alfred Adler, psikolojide üç evrensel yaşam görevi tanımlamıştır. Ona göre kişinin kendini tam anlamıyla gerçekleştirebilmesi ve evrensel olarak kabul edilmiş hissettiği huzurlu bir yaşam yaşayabilmesi için bu görevleri tamamlaması gerekmektedir.

Bunlar; sosyal görevler, sevgi görevleri ve topluma katkıda bulunma görevleridir.
Adler’e göre sevgi görevi, en karmaşık görevlerden biridir çünkü içinde çok daha fazla olumlu ve olumsuz duygu barındırır.

Kıskançlık, sahiplenme dürtüsü, yakınlık, tutku, şefkat, aşağılık kompleksi, öfke, sevgi gibi birçok karmaşık konu aynı anda bile bir ilişkide bulunabilir. İlişkideki yakınlık arttıkça halihazırda var olan olumlu ve olumsuz duyguların yoğunluğu da artar.

“Bir arkadaş ilişkisi aşka döndüğünde, arkadaşlar arasında müsaade edilen konuşmalar ve davranışlar sevgili oldukları andan itibaren kabul görmeyebilir. Bu da esas olarak karşı cinsten arkadaşlarla sosyalleşmeye izin verilmemesi anlamına gelir ve bazı durumlarda, karşı cinsten birisiyle telefonla konuşmak bile kıskançlığa yol açabilir. Mesafe o kadar yakındır, ilişki de o kadar derindir.”

Bu örnekte gördüğümüz gibi, bir ilişkinin yapısı farklılaştıkça karşılıklı beklentilerimiz de değişir. Beklentilerimiz yükseldikçe karşı tarafın bunlara cevap verebilmesinin imkansızlaştığını fark ederiz. Çünkü bu noktada zihnimizdeki ideal sevgi görevini gerçekleştirebilmek uğruna birbirimizi bilinçli ya da bilinçsizce değiştirmeye çalışırız.

Ancak Adler’in bireysel psikolojisine göre bir başkasının alanına karışmak kesinlikle yasaktır. Kendi beklentilerimize bir insanı uydurabilmek uğruna onu farklı yöntemlerle o yöne çekmeye çalıştığımızda, o insana kendisini değersiz hissettiririz. Onun doğal olarak attığı adımların yetersiz ve yanlış olduğu mesajını alttan alta veririz. Bu, ilişkideki eşitlik ilkesini bozar ve dengeyi altüst eder.

Kısıtlama ve Dikey İlişkiler

“Adler kişinin partnerini kısıtlamasını kabul etmez. Kişi mutlu görünüyorsa, insan bu durumdan gönülden mutluluk duyabilir. Sevgi budur. İnsanların birbirlerini kısıtladıkları ilişkiler eninde sonunda bozulur.”

Her türlü sosyal ilişkimizin sağlıklı yürümesi için öncelikle karşımızdaki insanı dengimiz olarak kabul etmeliyiz. Aşk ilişkilerinde de bu kural geçerlidir.

Bir insanı seviye olarak kendimizden bazı konularda dahi olsa aşağıda veya yukarıda görüyorsak, bu ilişkiyi “dikey ilişki” haline getiririz. Dikey ilişki, kişinin ilişki kurduğu insanlara karşı kendisini referans alarak bir konuma sokmasıdır.

Yani tanıştığımız her kişiye karşı belli konular üzerinden aşağı veya üstün hisseder, ona göre davranırız. Rekabetin her zaman alttan alta devam ettiği bu ilişki türlerinde iki taraf da hiçbir zaman huzura kavuşamaz.

Diğer tarafa göre daha baskın olan kişi bile sürekli bu baskınlığını koruması gerektiğini hissederek gerginleşir. Karşımızdaki kişiyi olduğu kişi olarak kabul etmek yerine, bize karşı gerçekleştirmesi gerektiğini düşündüğümüz davranışlara zorlamak bizi bu dikey ilişkinin merkezine yerleştirir.

Aynı şekilde karşımızdaki kişiden gelen talepler doğrultusunda sadece o kişiyi memnun etmek adına bu talepleri gerçekleştirmek ve kendimizi yavaş yavaş değiştirmek de bir dikey ilişki biçimidir.

Değiştiren ya da değiştirilen, rolünüz ne olursa olsun bu tarz bir ilişkinin içerisinde zamanla birbirinize olan saygınızı kaybedersiniz. Saygının kaybı, sevginin azalmasının habercisidir.

Çünkü gerçek sevgi, dikey değil yatay ilişkidir. İki kişinin de eşit olduğu ve birbirlerinin alanlarına karışmadıkları, isteklerini dile getirip bunu yapıp yapmamayı karşının takdirine bıraktıkları ilişkiler, gerçek sevgiyi uzun ömürlü olacak şekilde barındırabilir.

“Birlikte olan iki kişinin baskıcı ve gergin bir ilişkisi varsa, aralarında tutku olsa bile buna aşk denemez. Bu kişiyle birlikteyken özgür davranabiliyorum diye düşünebiliyorsak mümkündür aşk. Böyle bir aşk söz konusuysa, aşağılık duygusuna veya üstünlük gösterme ihtiyacına kapılmadan, sakin ve son derece doğal bir ruh hali içinde olabiliriz. Öte yandan kısıtlama, kişinin partnerini kontrol üstüne kurulu bir tavırdır. Sana güvenmeyen bir kişiyle aynı yerde bulunmak insanın tahammül edebileceği doğal bir durum değildir.”

Kontrol, Güven ve Seçim

Peki, karşı taraf olmazsa olmaz olarak gördüğümüz ilişki beklentilerimizi karşılamıyorsa?
Yine de kişiyi bu doğrultuda yönlendirmek veya kontrol etmek sağlıklı bir ilişkiye kavuşmamızı sağlamaz. Çünkü bu davranış, en temelde karşı tarafın iradesine güvenmediğimizi ve onu kendimizden aşağı seviyede gördüğümüz mesajını verir.

Atı suya götürebilirsiniz, ancak zorla su içiremezsiniz. Sevdiğiniz kişiye ondan beklentilerinizi belirtebilir, gerisine karışamazsınız. Bu beklenti sizin için olmazsa olmaz bir beklentiyse, o kişi sizin için doğru bir insan değildir.

Kararınızı bu doğrultuda almalı, o insanı ezerek değiştirmeye çalışmamalısınız. Aksi halde sadece daha toksik ve mutsuz ilişkilere doğru yürümeye devam edersiniz.

“Kaçmamalısın. İlişki ne kadar sıkıntı verici olursa olsun, bununla başa çıkmaktan kaçmamalı ya da sorunla yüzleşmeyi ertelememelisin. En sonunda ilişkini makasla keseceksen bile, onunla yüzleşmen gerekir. Yapılacak en kötü şeyse, bu durum hakkında hiçbir şey yapmamaktır.”

Gerçek Sevgi ve Sevilmeme Cesareti

Gerçek sevgiyi deneyimlemek, sevilmeme cesaretini gerektirir. Çünkü bazı insanlar tarafından sevilmemeniz demek, doğru insanlar tarafından sevilmeye bir adım daha yaklaştığınız anlamına gelir.

Gerçek aşk; kısıtlamayan, özgür bırakan ve güven duygusuna dayanan bir sevgidir.
Adler’in dediği gibi, sevgi görevini başarıyla tamamlayabilmek için önce eşitliği, sonra özgürlüğü, en sonunda da cesareti öğrenmek gerekir.

Pelin Özbilgin
Pelin Özbilgin
Ben Psikolog Pelin Özbilgin. 24 yaşındayım. Bilkent Üniversitesi Psikoloji bölümünü bitirdim. Küçük yaşlardan itibaren psikoloji ve edebiyata olan tutkum sebebiyle yazarlık kariyerimi bunun üzerine yoğunlaştırdım. Bitirme tezimi kaçırma anksiyetesi ve öğrencilerin akademik başarısı üzerine yazdım. 5 senedir Wannart’ta yazılarımı yayımladığım ve ilk defa birçok okuyucuya ulaşmamı sağlayan bir blogum var. Yazı konularım arasında psikoloji, filmler, mitoloji, romanlar, romantik ilişkiler ve toplumsal olaylar yer almakta. Farklı gönüllülük projeleri kapsamında dergilerde ve sosyal medya platformlarında yazılarımı yayımlamaya ve olabildiğince fazla insana sesimi duyurmaya devam ediyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar