Bir mağazaya girdiğimizi düşünelim. Uzaktan gözünüze bir kıyafet çarptı ve çok beğendiniz. Rengi olsun, duruşu olsun, “Tam benlik! İşte aradığım bu!” diye sevinçle kıyafeti denemek için elinize aldınız. Ama bir baktınız ki terziyle bile halledemeyeceğiniz büyük bir defosu var. Bu durumda ne yapardınız? Daha az defosu var mı diye kontrol eder miydiniz, yoksa görmezden gelip giyer miydiniz? Belki de o anda büyük bir hayal kırıklığı yaşar, tüm beğeninize rağmen kıyafeti yerine koyarsınız. Veya o defoyu görmezden gelmeye çalışıp “Zaten çok güzel, idare ederim,” diyerek alışverişe devam edersiniz. Aslında çoğumuzun günlük hayatta verdiği küçük kararlar, iç dünyamızdaki daha büyük seçimleri de yansıtıyor olabilir.
Hayatımıza aldığımız insanları da bazen bu kıyafetlere benzetebiliriz. İlk bakışta gözümüze “tam benlik” gelen biri, zamanla içsel boşluklarımızı, görmezden geldiğimiz ihtiyaçlarımızı tetikleyebilir. Özellikle yoğun duygularla başlayan ilişkilerde, karşımızdaki kişiyi bir bütün olarak görmekte zorlanabiliriz. Başlangıçta gördüğümüz o cezbedici enerji, zaman içinde yerini kafa karışıklığına, içsel huzursuzluklara bırakabilir. Çoğu zaman bu kusurları ya fark etmemeye çalışır ya da “Ben onu düzeltirim.” gibi bir iyileştirici rolle yaklaşırız. Oysa bu durum, bir yanılgıdır. Çünkü insanlar değişebilir, ama bir başkasının değişimini kontrol etmek ya da yönlendirmek sağlıklı bir ilişki dinamiği değildir.
Bir insanı sadece ilk izlenimle, dışarıdan parlayan yönleriyle değerlendirmek; gerçeklikten uzak, yüzeysel bir bağın temelini atmak gibidir. Tıpkı bir vitrinde ışık altında göz kamaştıran ama yakından bakıldığında hataları fark edilen bir ürün gibi, insanlar da ilk etapta olduğundan farklı görünebilir. Gerçek sevgi, yalnızca parlayan kısımları sevmek değil, gölgeleri de görmeye gönüllü olmaktır.
Şema terapi yaklaşımına göre, kişinin çocukluk ve gençlik dönemlerinde edindiği bazı duygusal yaralar, farkında olmadan ilişkilerde tekrar canlanır. Bu yaralar, genellikle bireyin erken dönem yaşantılarında maruz kaldığı ihmaller, reddedilmeler veya aşırı kontrol gibi durumlarla ilişkilidir. Örneğin kusurluluk-utanma şeması gelişmiş bir birey, sürekli bir eksiklik hissiyle yaşar. Bu nedenle kusurlu gördüğü insanlara çekilebilir, çünkü tanıdık olanı seçer. Tanıdık olan, her zaman iyi veya sağlıklı değildir; ama bilinçdışı zihin, tanıdık olanı güvenli zanneder. Ya da fedakârlık şeması baskın bir kişi, karşısındakinin ihtiyaçlarını kendi önceliklerinin önüne koyar ve onun kusurlarını yok sayabilir. Zamanla bu kişi, kendi sınırlarını ihlal etme pahasına karşısındaki kişinin memnuniyetini sağlamaya çalışır. Tüm bu uyumsuz şemalar, “tam benlik” algısını bulanıklaştırır. Kıyafetin defosu gibi, ilişkiyi de zamanla rahatsız eden bir şeye dönüşebilir. Her ne kadar başta fark edilmemiş olsa da, içsel çatışmalar kendini tekrar tekrar hatırlatır.
Özellikle ilk görüşte yoğun bağlanma, “ruh eşimi buldum” hissi gibi düşünceler, romantik ilişkilerde sıkça görülür. Ancak bu hissin altında genellikle idealize etme eğilimi yatar. Kişinin gerçek özelliklerini görmek yerine, zihnimizde oluşturduğumuz “ideal partner” tasarımını onun üzerine giydiririz. Bu, karşımızdakini olduğu haliyle değil, olmasını istediğimiz şekliyle görmektir. Bu da zamanla hayal kırıklığına, anlaşılmamışlık hissine ve ilişki doyumunun düşmesine neden olabilir. Çünkü gerçek bir bağ, beklentilerin değil, gerçeklerin üzerine kuruludur.
Oysa şema terapi bize şunu öğretir: Gerçek ve sağlıklı ilişkiler, kişinin hem kendisinin hem de karşısındakinin “kusurları” ile yüzleşmesini ve onları kabul etmesini gerektirir. Her insan, tıpkı bir kıyafet gibi, kendine özgü “dikiş izleri”, “rengindeki solmalar” ya da “ters giden yerleri” ile bir bütündür. Bu özellikler onları eksik değil, insan yapar. Hayatın doğası gereği, hepimiz belli başlı kusurlarla, eksik parçalarla yol alırız. Bu nedenle, karşımızdaki kişiyi kusurlarıyla sevmeyi öğrenmek; aynı zamanda kendi kusurlarımızı da sevmenin kapısını aralar. İlişkiler sadece mutlu anlarda değil, zorlayıcı süreçlerde de birlikte durabilmeyi gerektirir.
Unutmayalım ki, ilişkilerde uzun vadeli mutluluk; kusursuz birini bulmakla değil, karşılıklı olarak kusurlarla baş etmeyi bilen iki insanın yan yana durmasıyla mümkündür. “Tam benlik” algısı çoğu zaman bir yanılgı olabilir. Gerçek “tam benlik” ise, bizi olduğumuz gibi kabul eden, biz de onu kusurlarıyla kabullenebildiğimiz kişidir. Çünkü sağlıklı bir bağın temeli; kusurları örtmeye çalışmak değil, onları birlikte taşıyabilmektir.